Göz göze geldik.
Kemal hiçbir şey demedi.
Çünkü bazı sırlar…
sadece sessizlikle anlaşılırdı.O gece kutuyu yatağın altına sakladım.
Uykum gelmedi.
Gözlerim tavanı seyrederken, aklım hâlâ o mektuptaydı.
Ben bir emanetmişim.
Sabaha karşıydı.
Kemal odanın kapısını araladı.
Gözleri şişti… belli ki o da uyuyamamıştı.
“Elif,” dedi yavaşça.
“Babam… sana kutu verdi, değil mi?”
Başımı salladım.
Yavaşça oturdu karşıma.
Bir süre ikimiz de konuşmadık.
Sonra gözlerimin içine baktı.
“Bir şey biliyorum,” dedi.
“Annem bana yıllar önce bir şey söylemişti.
Babam senin kulağındaki bene ilk günden beri bakarmış.
Ama hiçbir zaman bir şey açıklamadı.
Demek ki… artık zamanı gelmişti.”
Yutkundum.
“Ben…” dedim, “Ben yıllarca senin gelinin olarak yaşadım.
Ama meğer… bu eve, senin eşin olarak değil…
Babamın hatırası olarak da girmişim.”
Kemal başını eğdi.
“Sen hâlâ benim eşimsin, Elif,” dedi.
“Geçmiş… ne kadar karışık olursa olsun…
Biz birbirimizi severek evlendik.
Kan bağın yok… bu seni değiştirmez.
Ama seni yaraladı biliyorum.
İstersen… bir süre ayrı kalabiliriz.”
Sustuğum yerde gözyaşlarım aktı.
Ama bu sefer… buruk değil, anlayışla.
Kemal kalktı, odadan çıkmadan önce dönüp şunu söyledi:
“Babam sana belki hiçbir zaman ‘kızım’ demedi.
Ama senin gözlerine her baktığında…
O adamın gözünde hem sevgi vardı… hem sır.
Belki de hayat… bazen bizi, rastgele değil… tam olması gereken yere bırakıyor.”
**
Haftalar geçti.
Fevzi Bey’in mezarına her hafta gittim.
Bir gün, mezar taşına elimle küçük bir not bıraktım:
> “Beni kızın gibi sakladığın için sana kızmadım.
Ama bana hiç ‘kızım’ demediğin için seni hep özleyeceğim.
Elif.”
Zamanla her şey yerine oturdu.
Kemal ve ben… yeniden öğrendik sevmeyi.
Kutuyu bir gün çocuğumuza göstermek için sakladım.
Çünkü bazı gerçekler…
acıtır belki… ama
iyileştirmeyi de öğretir.