Yanımdaki kardeşim hâlâ fısıldıyordu:
“Alet kutusunu açma, fotoğrafı gösterme…”
Bense anlamaya çalışıyordum; babam ise gizemli bir ifadeyle sadece “Bunu hatırlamıyor musun?” demişti.
Very Interesting
Fotoğrafın arkasında, ahırın yakınında duran garip bir siluet vardı—ne insan ne de tanıdık bir varlık. İlkel ve gölgemsi bir şey.
Very Interesting
İçimde bir ürperti. Kardeşimi düşündüm; onun bu denli sessiz oluşu bana çok tanıdık gelmiyordu. İçimde bir şeylerin yanlış olduğunu hissettim.
Ertesi sabah araziye gittim; ahırın izleri sadece külleri ve harabeleri olarak duruyordu. Hava, bir şey taşıyor gibiydi. Ve bir anda – arkamda kimse yokken – Daisy’nin orada olduğunu fark ettim: olmayan ahırın olduğu yerde dimdik duruyordu. Onun varlığı, insana hem tuhaf hem katı bir huzur veriyordu.
Very Interesting
O akşam ben daha fazla dayanamadım. Kardeşimin kapısını çaldım. Kapı açıktı; ahırdaydım sandım ama o kız kardeşimmiş, Daisy ile birlikte… sorularım boğazımda tıkanıyordu:
“Ne oldu Tim?”
Cevap yoktu. Sadece, “Hiçbir şey söylemeyeceğim” diye mırıldanıyordu. Ve ilk kez bir çatlak gördüm sesinde—kırılma… Gözlerini kapatarak söyledi:
“Görmüştüm… bırakmalıydım… ama görebiliyorum…”
“Elindeki fotoğraftaki gölge gerçek miydi?”
“Alet kutusundaki şey… ahırda olanlar… yangın… kaza değildi.”
Very Interesting
Sonraki gün kutuyu açtım. İçinde eski kumaş parçaları, solmuş bir fotoğraf ve ahşaba kazınmış bir sembol vardı. Anlam vermekte zorlandım ama tek emin olduğum şey şuydu: Tim artık o eski Tim değil. Suskunluğunun sebebi korku değildi; bilmenin ağırlığıydı.
O gün bugündür konuşmadık bu konuyu. Bazı gerçekler çok ağırdır; bazen sadece sessizliğe inanmak gerekir.

Bunlar da İlginizi Çekebilir