Sessizlik çok ağırdı.
Nermin bir şey söylemek için ağzını açtı ama Mert bakışıyla onu susturdu.
Blöf yapmadığımı biliyordu.
Ona asla ihanet etmediğimi biliyordu.
Ali’nin onun oğlu olduğunu biliyordu—annesi zehir saçmasa bunu kolayca görebilirdi.
“Tamam,” dedi sonunda Mert, saçlarına elini götürerek. “Testi yapacağız. Ve sonuç dediğin gibi çıkarsa… bitti. Dedikodu yok. Suçlama yok.”
Nermin limon yutmuş gibi baktı.
“Bu saçmalık,” diye tısladı. “Eğer saklayacak bir şeyin yoksa—”
“Benim hiçbir şey sakladığım yok,” diye sertçe kestim. “Ama belli ki senin var—bana nefretin, sürekli karışman. Sonuçlar geldiğinde bunlar bitecek. Yoksa bir daha ne oğlumu ne torununu görürsün.”
Mert ürperdi, ama itiraz etmedi.
Test iki gün sonra yapıldı.
Bir hemşire, kucağımda hıçkırarak ağlayan Ali’nin ağzından sürüntü aldı.
Aynısı Mert’e de yapıldı, yüzü donuktu.
O gece, Ali’yi göğsüme bastırdım ve anlayamayacağı özürler fısıldadım.
Sonuçları beklerken hiç uyumadım.
Mert uyudu—kanepede.
Beni ve oğlunu şüphe ettiği sürece yatağıma gelmesine izin veremezdim.
Sonuçlar geldiğinde önce Mert okudu.
Dizlerinin üzerine çöktü, elleri titreyerek.
“Elif… çok özür dilerim. Asla böyle yapmamalıydım…”
“Benden özür dileme,” dedim buz gibi bir sesle. Beşikten Ali’yi aldım ve kucağıma oturttum.
“Oğlundan özür dile. Sonra kendinden. Çünkü az önce asla geri kazanamayacağın bir şeyi kaybettin.”
Ama bitmemişti.
Test sadece savaşın yarısıydı.
Benim planım yeni başlıyordu.
Mert sessizce ağladı ama artık merhamet hissedemiyordum.
Geri dönüşü olmayan bir çizgiyi geçmişti.
Ailesinin evimize zehir saçmasına izin vermişti.
Aynı gece, Ali kucağımda uyurken defterime yazdım:
“Bir daha kimse beni değersiz hissettiremeyecek. Artık kuralları ben koyuyorum.”
Ertesi gün Mert’i ve ailesini salona çağırdım.
Hava buz gibiydi.
Nermin her zamanki kibirli ifadesiyle oturuyordu; hâlâ benim üzerimde bir gücü olduğunu sanıyordu.
Ayağa kalktım, test zarfını elimde tutarak.
“İşte bu kadar istediğiniz gerçek,” dedim ve masaya bıraktım. “Ali, Mert’in oğlu. Nokta.”
Nermin dudaklarını büzdü, bana saldıracak yeni bir yol aradı.
Ama elimi kaldırarak onu susturdum.
“Dikkatle dinle: Bugünden itibaren bir daha asla benim namusumu sorgulamayacaksın. Bir daha asla oğlumu küçümsemeyeceksin. Ve bunu yaparsan, onu son görüşün olur.”
Mert konuşmaya çalıştı ama onu böldüm.
“Ve sen, Mert? Affetmeni istemek yetmez. Bana gerçekler lâzım. Savunulduğum bir evlilik istiyorum, ihanet edildiğim değil. Bir daha beni şüpheye düşürürsen, bir daha birinin beni küçümsemesine izin verirsen, özür dilemen gerekmez. Boşanma kâğıtlarını imzalaman yeter.”
Oda buz kesti.
Nermin’in yüzü bembeyaz oldu.
İlk kez konuşamadı.
Mert başını önüne eğdi, pazarlık yapamayacağını fark ederek.
Sonraki günler farklıydı.
Mert çaba göstermeye başladı:
• annesi zehirli laflara başladığında telefonu kapatıyordu,
• Ali’yle daha çok zaman geçiriyordu,
• hatta benimle çift terapisine bile yazıldı.
Ama unutmadım.
Yaraların iyileşmesi zaman alır.
Aylar sonra, Nermin kapıda gizlice içeri girmeye çalıştığında, Mert onun önünde durdu.
“Anne,” dedi kararlı bir sesle.
“Artık yeter. Elif’e saygı duymuyorsan bizim hayatımızda olamazsın.”
İşte o zaman hâlâ umut olabileceğini anladım.
Geçmiş silindiği için değil…
Mert sonunda neyi kaybettiğini ve neyi hâlâ kurtarabileceğini anladığı için.
O gece, Ali huzurla uyurken defterime bir cümle daha yazdım:
“Kanıt sunması gereken ben değildim. Onlardı. Ve sundukları tek şey, kim olduklarıydı.”
Ve uzun zamandır ilk kez, gözlerimi kapattım ve huzurla uyudum.