Bir akşam, tamamen önemsiz bir tartışmadan sonra—yanmış makarna yüzünden—bana şimdiye kadar olduğundan daha sert vurdu.
Gözlerim bulanıklaştı. Karanlık her şeyi yuttu.

Kendime geldiğimde, üzerimde sert florasan ışıkları vardı ve bir hemşire kolumdaki serumu ayarlıyordu. Serkan köşede oturuyordu; yüzünde özenle yerleştirilmiş sahte bir endişe ifadesi.

“Merdivenlerden düştü,” dedi doktora, ben tek kelime etmeden önce.

Dr. Murat Aksoy onu pek dikkate almadı.
Dikkatini tamamen bana vermişti; sessiz, düşünceli, kasıtlı bir şekilde.
Sesi ölçülü bir tonda, daha önce “başka kazalar” yaşayıp yaşamadığımı sordu.
Serkan yatağın hemen yanında duruyordu, elini omzuma koymuştu—teselli edici değil, sahiplenen bir dokunuş. Bir uyarı.

Sonra doktor birden durdu.
Bakışı kulağımın hemen arkasındaki noktaya kilitlendi.
Saçımı nazikçe kenara itti ve parmak izi şeklindeki morluğu gördü.
Yüzünde bir şey değişti—hafif, ama yeterince belirgin.
Anlamıştı.

“Aslı,” dedi sakin bir sesle, “seninle bir dakikalığına yalnız konuşabilir miyim?”

Serkan’ın bedeni gerildi. “Bu gerçekten gerekli mi?”

Dr. Murat ona cevap vermedi.
Gözlerini benden ayırmadı.
O kısa ve ağır sessizlikte, yıllardır sakladığım hayat çatlamaya başladı.

Odanın havası boğucu geliyordu.
Serkan’ın tutuşu sertleşti.
Doktorun sabrı tükenmeye yakındı.
Ve derinlerde bir yerde hissettim—bir şey kırılmak üzereydi.

O an her şey değişti.

Hemşire içeri girdi, gerilimi hemen fark etmişti.
“Beyefendi, Aslı’yı kısa bir işlem için almamız gerekiyor. Bir süre dışarıda beklemeniz gerekecek.”

Bu doğru değildi—ama ihtiyacımız olan şey tam olarak buydu.
Serkan bir an durdu, çenesi kilitlendi ama sonunda koridora çıktı.
Kapı kapanmadan önce bana son bir bakış attı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir