Bir Temmuz sabahı, “borç” olayının üzerinden tam bir yıl geçmişti.
Hasan Bey, Emre’yi odasına çağırdı.
Sesi kısıktı ama gözleri hâlâ canlıydı.
“Otur oğlum,” dedi.
Çekmecesinden katlanmış bir A4 kâğıdı çıkarıp önüne koydu.
“Bunu oku.”
Emre kâğıdı açtı… ve donup kaldı.
Bu bir borç senedi değildi — bir arsa tapusuydu.
Antalya’da ana cadde üzerindeki 500 metrekarelik bir arsanın tapusu, Emre Yılmaz adına kayıtlıydı.
“Baba… bu nedir?” diye sordu şaşkınlıkla.
Hasan Bey gülümsedi:
“Bu arsayı yirmi yıl önce almıştım.
Sen ‘borcumu ödeyeceğim’ dediğinde, onu senin adına devrettim.
O 900.000 lira bir borç değil… senin kalbinin değeriydi.”
Emre’nin gözleri doldu.
Bir yıl boyunca kardeşlerinin rahat yaşamına içten içe özenmişti.
Ama şimdi anlıyordu ki, babasının sınavı para değil, sevgiydi.
Hasan Bey’in sesi huzurluydu, bir veda rüzgârı gibi:
“Para her zaman kazanılır oğlum… ama sevgi bir kez kaybedilirse, bir daha geri gelmez.”
Emre başını eğdi, gözyaşları kâğıdın üzerine düşüp kelimeleri bulanıklaştırdı:
“Tapu – Emre Yılmaz.”
Babasıyla el ele tuttu:
“Ben arsayı istemem baba… sadece seninle biraz daha zaman isterdim.”