O bayramdan birkaç ay sonra, babam prostat ameliyatı için hastaneye kaldırıldı. Bu yaşta birçok erkek için sıradan bir işlem olarak görülse de, yine de içimizde bir korku vardı.
Ameliyat sabahı, annem ona iyi şanslar dileyerek bir öpücük verdi. Babamın yüzünde o eski centilmen tavrı hala vardı. Küçük bir kahvaltı edip doktoru beklerken hastanedeki diğer insanlar gibi zamanı doldurmaya çalışıyorduk. Sonunda doktor geldi ve her şeyin yolunda olduğunu, babamın birazdan odasına döneceğini söyledi.
Bir süre sonra, hemşireler babamı sedyeyle odaya getirdiler ve dikkatlice yatağına yerleştirdiler. Odadaki sessizlikte, babamın yaşlı yüzüne baktım; saçları donuklaşmış, ağzı hafifçe yamulmuş, burnunun üstünde kırmızı bir çizgi belirmişti. İyice uyuyordu.
Bir süre sonra gözlerini açtı, bize bakıp hafifçe gülümsedi. Ve o an, hayatımda gördüğüm en dokunaklı an gerçekleşti. Annem, özenle, sevgisini her bir hareketinde hissettirdiği bir törende gibi, babama takma dişlerini uzattı. Babam dişlerini takınca yüzünde bir canlılık belirdi. Ardından, gözlüklerini verdi, sonra işitme cihazını… Annem, sanki onu yeniden hayata döndürüyormuş gibi dikkatle yanaklarını sildi, saçlarını düzeltti ve en sonunda, evlilik yüzüğünü tekrar babamın parmağına taktı.
Adım adım, onu yeniden kendisine döndürdü. Adım adım, babam anneme döndü. Aralarında saf, tarifsiz bir mutluluk dolaşıyordu.
Oradaydım, ama onlar sanki baş başaydılar, kendi dünyalarında. Yaşlı anne babamı izledim. Hala birbirlerine âşıktılar, her şeye rağmen…