Ertesi gün iş yerinde yine düşünceliydim. Zihnim hep Leyla’ya kayıyordu. Ne yapmalıyım, ne söylemeliyim, nasıl düzeltebilirim? Akşamları eve dönmek artık bir umut değil, bir yük olmuştu. Eşimi kaybediyor olma fikri içimi kemiriyordu. O kadar dalgındım ki, ustabaşım Ahmet bile fark etmişti.
“Sen iyi değilsin bu aralar,” dedi bir gün. “Biraz izin al, kafanı dinle.”
Bu tavsiye hoşuma gitmişti. Belki biraz uzaklaşıp düşünmek iyi gelecekti. Evden birkaç gün uzaklaşmak, Leyla’yla aramıza bir nefes boşluğu bırakmak belki de çözüm olurdu. Üç günlüğüne memlekete, eski dostum Ali’nin yanına gitmeye karar verdim. Bunu Leyla’ya söylediğimde tepki vermedi. Belki de bu süre ikimiz için de iyi olacaktı.
Üç gün Ali’nin yanındaydım, ama Leyla hep aklımdaydı. Ona mesajlar attım, ancak yanıtlar kısa ve soğuktu. Üçüncü günün sonunda dayanamadım, erkenden dönmeye karar verdim. Akşam saatlerinde kasabaya vardım ve evin önünde durduğumda içimde garip bir his vardı. Sessizlik içinde eve girdim. Çocuklar uyuyordu. Leyla’nın odada olduğunu fark ettim.
Sessizce odanın kapısına doğru ilerledim. Bir an duraksadım. Kapıyı açmak, hayatımın geri kalanını değiştirecek bir adım gibi geliyordu. Kapıyı yavaşça açtım. İçeride, Leyla elinde bir mektup tutuyordu. Beni fark edince irkildi. Gözleri dolmuştu.
“Ne oluyor?” diye sordum, kalbim hızla çarparken.