Yıllarca yetimhanede çalıştım, fakat düşük ücret nedeniyle işi bırakmak zorunda kaldım. Birkaç ay iş bulamayınca iyice umutsuzluğa kapılmıştım ki, sonunda bana çok güzel bir iş teklifi geldi. Yatılı olarak bir evde yaşlı bir karı kocaya bakacaktım. Kadın felç geçirdiği için yatalaktı; adam ise yaşına rağmen tuvalet ve banyo gibi kişisel ihtiyaçlarını kendi görebiliyordu. Otuzlu yaşlarında bir de oğulları vardı, ara ara uğrar, sonra kendi bekar evine dönerdi. Maddi durumları oldukça iyiydi; iki katlı bir villada yaşıyorlardı ve ben de o villada kalacaktım.

Nazik ve kibar insanlardı. Yaşlılarla ilgilenmek her zaman zordur, ama onların bana olan saygılı davranışları işimi katlanılır hale getiriyordu. Fakat üst katta sürekli kilitli duran bir oda vardı. Yaşlı amca bazen o odaya girer, bir süre kaldıktan sonra çıkar ve kapıyı mutlaka kilitleyip anahtarı cebine koyardı. Bu davranışı ilgimi çekiyor, içimde açıklayamadığım bir merak uyandırıyordu.

Akşamları bazen yaşlı karı koca kendi aralarında bir şeyler konuşur, sonra da sessizce ağlarlardı. Sorduğumda “Bir şey yok kızım, eski günleri konuşup hüzünleniyoruz,” derlerdi ama doğruyu söylemediklerini hissediyordum. O odada bambaşka bir şey vardı, bunu artık iyice anlamıştım.


Bir gün oğulları Nevzat geldi. Hep birlikte yemek yediler, sohbet ettiler. Ardından Nevzat üst kattaki o kilitli odaya çıktı. Uzun süre içeride kaldı. Çıktığında yüzü bembeyazdı. Kapıyı kilitleyip anahtarı babasına verdi ve apar topar evden ayrıldı. Bu sahne merakımı iyice körükledi. O odada ne olduğunu mutlaka öğrenmeliydim.

Gece olunca yaşlı kadına ve adama ilaçlarını verip yatırdım. Bir süre sonra uykuya daldılar. Adam anahtarın bulunduğu pantolonu her zaman başucuna koyardı. Bir kedi kadar sessiz bir şekilde yanına sokuldum ve anahtarı almayı başardım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki sanki göğsümden fırlayacak sandım.

Üst kata çıktım. Korktuğumu itiraf etmeliyim. Cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı yavaşça açtım. Elimi kapının yanındaki anahtar düğmesine uzattım ve ışığı yaktım… Yazının tamamnı diğer sayfamıza geçerek okuyabilirsiniz
Tam o sırada arkamdan bir inilti duydum. Dönüp baktığımda yaşlı amcanın kapıda durduğunu gördüm. Elindeki baston titriyordu, yüzü kederden daha da çökmüş gibiydi. Gözlerimin içine baktı, kaçak bir sır yakalanmış gibi değil; yıllardır içinde taşıdığı yükü artık birine anlatmak istercesine…

— Gördün değil mi kızım…? dedi titrek bir sesle.

Ne söyleyeceğimi bilemeden başımı usulca salladım. Yaşlı adam ağır adımlarla içeri girip pencerenin önündeki sandalyeye oturdu. Biraz sonra yaşlı kadın da kapıda belirdi; gözleri ağlamaktan kızarmıştı.

Adam derin bir nefes aldı, sonra yavaşça konuşmaya başladı:

— O… bizim torunumuz. Nevzat’ın oğlu. Yabancı uyruklu bir kadınla evlenmişti. Biz başta karşı çıktık, kabullenemedik… Ama sonra torunumuz doğdu. O kadar sevindik ki, dünyamız aydınlandı. Nevzat çok mutluydu… ta ki bir gün o kadın, hiçbir açıklama yapmadan çocuğu alıp evi terk edene kadar.


Yaşlı teyze duvara asılı fotoğrafa baktı, parmakları titriyordu.

— Torunumuz daha beş yaşındaydı… Oğlum perişan oldu. Yıllarca aradı, bulamadı. Dağı taş dolaştı, devlet kapısına düştü, özel dedektif tuttu… ama iz yok, haber yok. Kadın sanki buhar olup uçmuştu. Oğlum hâlâ kendini suçlar. “Anlamalıydım,” der… “Onları koruyamadım.”

Yaşlı adam gözlerini kapadı, devam etti:

— Bu oda… onun anısına. Torunumuzun hiç eskimeyen beşiği burada. Oyuncakları burada. Fotoğraflarına her gün bakarız. Belki bir gün kapı çalar da o küçük çocuk büyümüş hâliyle içeri girer diye… umut etmeyi bırakamıyoruz kızım.

O sırada yaşlı teyze sessizce ağlamaya başladı. Elimi tuttu.
— Nevzat az önce yine odaya girdi… Her geldiğinde buraya çıkar. Oğlunun kokusu sinmiş gibi oyuncaklarını okşar. Sonra kendini zor toparlayıp gider… Hele çocuklarının yüzüne benzeyen biri görürse, günlerce kendine gelemez.

Yüreğim sıkıştı. Odaya bakarken artık her şey anlam kazanıyordu: geceleri duyduğum hıçkırıklar, kilitli kapı, Nevzat’ın yüzündeki o kül gibi beyazlık…

Yaşlı adam bastonuna dayanarak ayağa kalktı.

— Bu sırrı kimseyle paylaşmayışımızın sebebi utanmamız değil, acımızın ağırlığı. Her anlatışımızda yeniden yaşıyoruz. Ama senin artık bilmen gerekiyordu… Bu evde neden her akşam gözyaşı olduğunu, neden kalbimizin bir yanının eksik olduğunu bilmen gerekiyordu.

Derin bir sessizlik çöktü odanın üzerine. Fotoğraflara son bir kez baktım; küçük çocuğun gülümseyen yüzü yüreğimi delip geçti.


Yaşlı çift kapıya yöneldi. Ben de ışığı kapatmak için arkalarından yürüdüm. Tam çıkarken yaşlı teyze dönüp kısık bir sesle fısıldadı:

— Eğer bir gün… kapı çalarsa… ve içeri bir yabancı girip bize “Ben sizi yıllardır arıyorum,” derse… bil ki mucizemiz gerçekleşmiştir kızım.

O an anladım: Bu evin duvarları sadece anıları taşımıyordu; aynı zamanda bitmeyen bir duası, hiç sönmeyen bir umudu vardı.

Kapıyı yavaşça kapattım. Anahtarı yaşlı adama teslim ederken elim titriyordu. Merakla başlayan yolculuğumun sonunda, sadece bir sırrı değil… bir annenin, bir babanın ve bir dedenin yüreğine kazınmış en derin yarayı öğrenmiş, onların taşıdığı acının ortağı olmuştum.

Ve o geceden sonra o evde hiçbir şey aynı görünmedi… ama her şey çok daha anlamlıydı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir