Koltuğumda oturuyorum, pencereden bulutlara bakıyorum ama içimde fırtınalar kopuyor. 35.000 feet yükseklikte, bir uçağın içinde, hayatımın en büyük anına doğru ilerliyorum. Karnımdaki minik mucize, artık beklemek istemiyor. Ama yanımda, elimden tutması gereken adam, kocam, burada değil. Onun yokluğu, içimde bir sızı, bir eksiklik gibi. Adını koyduğumuz bebeğimiz, Ece, sanki bu uzun yolculuğu daha fazla ertelemek istemiyor. Ama ben… Ben korkuyorum, üzgünüm ve yalnızım.Her şey planlıydı. İstanbul’dan New York’a, yeni bir başlangıç için uçuyorduk. Kocam, işlerinin yoğunluğu yüzünden bir hafta sonra gelecekti. “Sorun olmaz,” demiştim, “Nasılsa sekizinci aydayım, zaman var.” Ama Ece, sabırsız. Sancılarım iki saat önce başladı, hafif bir sızı derken şimdi dayanılmaz bir hal aldı. Kabin ekibi telaş içinde, bir doktor arıyorlar. Etrafta meraklı gözler, fısıldaşmalar… Ama kimse onun yerini dolduramıyor. Elbette, herkes yardımcı olmaya çalışıyor, ama o tanıdık sıcaklık, o güven veren ses yok. Devamı sonraki sayfada.. Üs-teki Resimden Diğer Sayfaya Geçiş Yaparak Haberin Devamını Okuyabilirsiniz.
Bir hostes yanıma geliyor, elinde bir bardak su. “Sakin ol, her şey yoluna girecek,” diyor. Gülümsemeye çalışıyorum, ama gözyaşlarım engel oluyor. Kocamın sesini duymak istiyorum, ona “Keşke burada olsan,” demek istiyorum. Telefonum çekmiyor, bu yükseklikte onunla konuşmam imkânsız. Ece’nin ilk anlarında, babasının elini tutamayacak olması yüreğimi burkuyor. Onun gözlerindeki o sevgi dolu bakışı hayal ediyorum; Ece’yi kucağına aldığında yüzünde oluşacak gülümsemeyi. Ama şimdi, sadece ben varım, bir uçakta, bir avuç yabancıyla.Doktor olduğunu söyleyen bir kadın yaklaşıyor. Orta yaşlı, sakin bir ses tonu var. “Merak etme, seni yalnız bırakmayacağım,” diyor. Elbette minnettarım, ama içimdeki boşluk dolmuyor
Sancılar sıklaşıyor, her biri beni hem fiziksel hem duygusal olarak sarsıyor. Ece geliyor, hissediyorum. Ama bu an, hayal ettiğim gibi değil. Kocamla birlikte hastanede, el ele, gülerek geçireceğimiz bir an olmalıydı. Onun yerine, metal bir kutunun içinde, gökyüzünde süzülürken doğuruyorum.Hostesler bir alan oluşturuyor, battaniyelerle etrafımı kapatıyorlar. Doktor kadın, nazikçe talimatlar veriyor. “Derin nefes al, ıkın,” diyor. Gözlerimi kapatıyorum, kocamın yüzünü hayal ediyorum. O burada olsaydı, alnımdan öper, “Sen güçlüsün, yaparsın,” derdi. O sözleri içimde tekrar ediyorum, kendime güç veriyorum. Ve sonra… Ece’nin ilk ağlaması. O minik, güçlü ses, bütün acımı unutturuyor. Kucağıma veriyorlar, minicik elleri, o kokusu… Ama gözyaşlarım durmuyor. Sevinçle karışık bir hüzün bu. “Keşke görseydin,” diye fısıldıyorum.Uçak inişe geçtiğinde, Ece kucağımda uyuyor. Kocama yazacağım mesajı düşünüyorum: “Ece geldi, ama sensiz…” Onunla bu anı paylaşamamak içimi yakıyor. Ama Ece’nin minik kalbi, benimkini sarıyor. Belki de bu hikâye, yalnızlığın değil, bir annenin gücünün hikâyesi. Yine de, keşke o burada olsaydı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir