Başlarda her şey normaldi. Sohbet ediyorduk, kitaplardan konuşuyorduk, yemek yaparken yardım ediyordu. Uzun zamandır görmediğim bir ilgiydi bu. Ama farkındaydım, bu ilgi farklıydı. Benim gibi yaş almış, hayatı boyunca kendini sadece başkalarına adamış bir kadın için fazlaydı. Kabul etmeliyim ki, içimden bir yerlerde kuruyan bir çiçek vardı ve o birkaç güzel sözle yeniden su bulmuş gibiydi.

Sonra bir gün eşim köye gitmek zorunda kaldı. Kızım da nişanlısıyla çok ilgilenmiyor, sürekli arkadaşlarında kalıyordu. Evde sadece ikimiz kalmıştık. O gün çok yorgundum. Başım ağrıyordu, biraz uzanmak istedim. Gözlerimi kapadım… ama kalbimde tuhaf bir huzursuzluk vardı.

İşte o anda oldu. Gözlerim kapalıydı ama bir şeyin yaklaştığını hissettim. Üzerime gelen bir gölge… Gözlerimi açtım ve donakaldım. Oğlan eğilmiş bana bakıyordu. Gözlerinde garip bir karanlık vardı. “Ne yapıyorsun?” diye sordum korkuyla. Cevap vermedi. Yüzüme baktı, bir yabancı gibi değil… Tanıdık biri gibi. Sanki ben onun hakkıymışım gibi.

Yatağımdan fırladım, gözlerimden yaşlar süzülürken “Git buradan!” diye bağırdım. Önce durdu, sonra gülümsedi. “Sadece konuşmak istemiştim,” dedi. Ama o sesin içinde bir tuzak vardı. Kapıya koşarak çıktım. Sokak lambalarının altında yalnız başıma ağlaya ağlaya yürüdüm. Nereye gideceğimi bilmiyordum.

Ertesi gün her şeyi eşime anlattım. Yüzüme bile bakmadı. “Abartıyorsun,” dedi. Kızım beni suçladı. Oğlan, bana iftira attığımı söyledi. Ne kadar ağlasam da, ne kadar anlatmaya çalışsam da… Kimse bana inanmadı. Evden gitmek zorunda kaldım. Kendi evimden, kendi yuvamdan…


Aylar geçti… Sessizliğe alıştım. Yalnızlığa değil. Şimdi küçük bir odada yaşıyorum. Bazen duvarda asılı duran eski bir fotoğrafa bakıyorum. Üçümüz yan yana gülümsüyoruz. O anın içine dönmek istiyorum ama gidemiyorum.

İçimde bir kırıklıkla yaşıyorum. En çok da anlaşılmamış olmanın acısıyla. Sadece şunu bilmenizi isterim: Ben kimsenin kötülüğünü istemedim. Sadece sevilmek, değer görmek istemiştim. Ama kalbimi açtığım her kapı, beni biraz daha karanlığa sürükledi.

Evet, bu hikâye trajik bitti belki ama içimde hâlâ küçücük bir umut var: Bir gün biri çıkıp da gerçekten “Ben seni anlıyorum” der mi?

Bilmiyorum… Ama bekliyorum.

Bunlar da İlginizi Çekebilir