Kapıyı açmış olduğumda karşımdaki manzaraya inanamadım. Genç bir hanım, gözleri öfkeyle dolu bir şekilde bana bakıyordu. Hemen peşinde iki minik çocuk vardı, biri kucağında, diğeri eteklerine yapışmış ağlıyordu. Hanım bir an duraksadı, bana baktı, sonrasında arkamda duran adama doğru bağırmaya başladı: “Buradasın demek! Bizi burada bu şekilde bırakıp bu hanımın yanına gelmeye utanmıyor musun?” O an kanım dondu. Hanımın söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Ne demek istiyordu? Bu insanın karısı mıydı yoksa? Gözlerim hızla arkamda duran adama kaydı. Yüzü bembeyaz olmuştu, adeta dili tutulmuş gibiydi. Ne diyeceğini bilemeden orada duruyordu. Hanım bir adım daha attı, sesi titriyordu fakat gözlerindeki öfke gitgide büyüyordu. “Aylarca yalan söyledin, çocuklarını da beni de kandırdın. Hepimiz burada perişan olduk, sen bu kadının yanında mıydın?” Kalbim sıkıştı, nefes almakta zorlandım. Gözlerim adama döndü. O an her şey netleşmişti. Bana söylemiş olduği her şeyin asılsız bulunduğunu, aslen onun evli ve çocuk sahibi bir adam bulunduğunu bir tokat şeklinde yüzüme çarptı. Üzerimde büyük bir yük hissettim, adeta nefessiz kaldım. O bana dönüp bir şeyler anlatmaya çalıştı: “Sevgi, bu, bu… her şey göründüğü şeklinde değil, lütfen izin ver izah edeyim…” fakat artık hissetmek istemiyordum. Ne açıklayabilirdi ki? Tüm bu zaman süresince bana gerçek dışı söylemiş, beni kullanmıştı. O an içimde bir öfke patladı. “Sen bana hep yalan söyledin! Her şey yalanmış, evli bulunduğunu, çocukların olduğunu neden söylemedin?!” diye bağırdım. Gözlerim dolmuştu, fakat ağlamak istemiyordum. Hem hanıma hem çocuklara bakarken kendimi kabahatlu hissediyordum. Kadın hâlâ kapının önünde dikiliyordu, elleriyle çocuklarını sıkı sıkıya tutuyordu, gözleri dolu doluydu ama açık ki gururu ona ağlamasına izin vermiyordu. Adam bir adım atıp yanıma geldi, gözleri çaresizlikle doluydu, “Ben seni seviyorum, inan bana, her şeyi düzeltecektim, karımı boşayacaktım ama… zaman içinde…” dedi.