“Durumun nasıl?” diye sordum, bana çocuklarının aç olduğunu, ununun hiç kalmadığını söyleyemedi. Gururlu bir adamdı : ”Çok şükür!” diye kestirip attı.
“Hiç saklama, zor durumda olduğunu biliyorum.” Dedim. Yüzüme baktı, hiçbir şey demedi ama o bakışlar her şeyi anlatıyordu.
“ Bu gece evin kapısını açık bırakacağım. Gece yarısı içeri gir kilerin kapısı da açık olacak. Bir çuval un al git, sonra ödersin!”dedim.
Yüzüme baktı, gündüzler çuvala mı girdi, dercesine gözlerime baktı.
Ona eşimin vermediğini söyleyemedim. Bir bahane uydurmak istedim: “Senin bizden un aldığını kimse görmesin!” dedim.
Aklına yattı. “Tamam!” dedi. “Ama yazın fazlasıyla vereceğim!” diye kendi gururunu susturdu.
Çayımızı içtik ayrıldık.
Yardım ettim, çuvalı sırtına yükledim. Yavaşça, sessizce kilerden çıktık. Geçtim iki kanatlı kapıyı adama açtım. Tam, bu iş tamam deyip derin bir nefes alacaktım ki, merdiven başında bizim hanım jandarma edasıyla: “Dur!” demez mi?
Aman Allahım, ruhum uçtu sandım. Hanımdan korkmaktan değil, unu götüren adam, unu eşimden gizli verdiğimi anlarsa, gururu kırılır, bir daha benimle konuşmaz, diye korkuyordum.
Yoksa; eşim sonra bana ne derse desin, ben alışkınım.
Adam sırtında ki unla dışarı çıkmadan durdu. Ben ne kadar dua varsa bir çırpıda okudum.
Geldi, adama baktı. Ne yaptı biliyor musunuz?
Eğildi adamın yüzüne baktı:” Yetmezse gel bir daha al İsmail efendi!” demez mi.
Adam teşekkür ederek gitti. Ama ben meydan heykeli gibi anlamsız ve şuursuz bir halde hala hanıma bakıyorum.