2. Bölüm: Kapıdaki Hakaret
Nizamiyenin önünde, Fatma Nine’nin yorgun bacakları titriyordu ama yüzünde umut dolu bir gülümseme vardı. Tam o sırada Binbaşı Kerem Yalçın, karargahın ana kapısında yaşlı kadını fark etti. Üniformasının kusursuzluğuna gölge düşüren bu manzaraya öfkeyle baktı.
“Burası yol geçen hanı mı? Derhal uzaklaştırın şunu buradan!” diye bağırdı. Nöbetçi askerler, Assubay Murat ve Onbaşı Erhan, kadının çaresizliğini gördü ama emir emirdi. Murat, “Hanım teyzemiz Ali Karaca’nın ninesiymiş, günü karıştırmış,” dedi ama Binbaşı Kerem dinlemedi.
Fatma Nine, kutularını uzattı: “Oğlum, çok uzak yoldan geldim. Bari şu yemekleri torunuma verin…” Kutunun kapağını açınca, yaprak sarmasının ve güvecin kokusu havaya yayıldı. Binbaşı Kerem, kutuyu kadının elinden kaptı ve yere fırlattı. Sonra postalıyla yemeklerin üzerine bastı.
Fatma Nine’nin gözünden bir damla yaş düştü. Titreyen elleriyle eski tuşlu telefonunu çıkardı, bir tuşa bastı. Ankara’daki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hakan Gürsoy’un sesi duyuldu: “Anne, bir şey mi oldu?” Fatma Nine hıçkırıklarla anlatmaya çalıştı: “Oğlum, bir subay yemeklerimi yere attı, postallarıyla ezdi.”
Binbaşı Kerem, kadının telefonla konuştuğunu fark edince telefonu yere çaldı. Konuşma kesildi.
3. Bölüm: Tek Telefon, Büyük Fırtına
Ankara’daki makam odasında Orgeneral Hakan Gürsoy, annesinin hıçkırıklarını duyunca çelik gibi sertleşti. “Helikopteri hazırlayın. Rota: Hakkari Kartal Yuvası Tugayı!” emrini verdi. Karargah bir anda arı kovanına döndü.
Kartal Yuvası Tugayı’nda ise hayat olağan akışındaydı. Binbaşı Kerem, yaşlı kadını kovduktan sonra odasına dönmüştü. Tugay Komutanlığı’na acil kodlu mesaj ulaştı: “Genelkurmay Başkanı 20 dakika içinde birliğe ani teftişe geliyor.” Tüm personel acil toplanma emriyle tören alanına koştu.
Siyah Skorski helikopter gökyüzünde alçaldı. Orgeneral Hakan Gürsoy, tören alanına indi. Yüzünde hiçbir duygu yoktu; sadece varlığı bile herkesi titretmeye yetiyordu.
4. Bölüm: Diz Çöken General
Orgeneral Gürsoy, tören alanında en mütevazı noktaya, Nizamiye’ye yürüdü. Yerde, paçavralar içinde bir yaşlı kadın ve çamura bulanmış yemekler vardı. Komutan, annesinin önünde diz çöktü, ellerini avuçladı: “Anne, geciktim. Affet beni.”
Yüzlerce asker gözlerine inanamadı. Binbaşı Kerem’in kalbi topuklarında atıyordu. Bir anda yaptığı hatanın büyüklüğünü kavradı. Orgeneral Gürsoy, çamurlu yemek kaplarını yerden topladı, Binbaşı Kerem’in karşısına dikildi.
“Bunun ne olduğunu biliyor musun?” diye sordu. “Yemek, komutanım,” dedi Kerem titreyerek. “Yanlış. Bir Türk anasının yüreğidir. Sen, o kutsal değerlerin üzerine bastın.”
Orgeneralin azarlaması bir gök gürültüsü gibi yankılandı. Kerem’in apoletlerini kendi elleriyle sökmesini emretti. Kerem, titreyen elleriyle rütbesini söktü, tozun toprağın içine gömdü. Askeri hayatı sona ermişti.