“Ona inanmıştım…”
Ben Zeynep. Yirmi yedi yaşındayım. Yalnız büyüdüm. Aile dediğim şey, çoğu zaman eksikti. Belki bu yüzden biri beni sahiplensin, “sen bensin artık” desin diye çok bekledim.
Tarık’la tanıştığımda içimde bir boşluk dolmuş gibiydi. Onun yanında kendimi var hissediyordum. Sevgiyle değil, daha çok bir aidiyet duygusuyla sarıyordu beni. Ama ben bunu sevgi sandım. Onunla evlenmeye karar verdiğimde, aslında içimde küçücük bir ses, “Emin misin?” diye fısıldıyordu. Ama susturdum. Çünkü yalnız kalmaktan daha çok korkuyordum.
Düğün günü geldiğinde, kuaförden çıkıp gelin odasına girdiğimde, aynada kendime bakarken içimde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Kıpırtılı bir şey… Gözlerimin içi gülmüyordu. Ama yine de dudaklarıma gülümsemeyi öğrettim.
Tam duvağımı takacakken kapı çaldı. Kuzenim açtı. İçeri orta yaşlı bir kadın girdi. Tanımıyordum.
“Zeynep,” dedi adımı bilerek…..Üstteki res’imden diğer sayfaya geçerek detayları öğrenebilirsiniz.
Kuzenime dışarıda beklemesini söyledi. Kadın kapıyı kapattı, sessizce yanıma geldi. Masanın üzerine sarı bir zarf koydu. Elim refleksle geri çekildi. O ise gözümün içine bakarak konuştu:
“Tarık’ın geride bıraktığı bir şeyim ben. Ama ben hiçbir yere gitmedim. Çünkü onun bir yüzü daha var ve sen onu hiç tanımadın.”
Kanım çekildi. Bir adım geri gittim. Kadın ceketinin cebinden bir telefon çıkardı. Galeriye girip bana gösterdi. Tarık’ın farklı kadınlarla, farklı şehirlerde çekilmiş fotoğrafları… Tarihleri, yerleri, mesajları… Ve en son: “Zeynep’le işim bitince seni de alacağım.”
Boğazım kurudu. Başımı sallamak istedim, “Hayır, bu gerçek olamaz,” demek istedim. Ama kelimelerim yoktu. Kadın, masaya bıraktığı zarfı uzattı:
“Bu her şeyin belgesi. Gerçekler kaçtıkça büyür. Ama bugün, kaçmak mı kalmak mı… Bu karar senin.”
Kapıdan çıkarken durdu, arkasına döndü:
“Bir kadın başka bir kadına böyle bir şey yapmaz kolay kolay. Ama senin o kapıdan çıkıp bir yalanın içinde kaybolmana izin veremem.”
Kapı kapandı.
Odada yalnızdım.
Gözyaşlarım sessizce aktı. Ellerim zarfı tutarken tir tir titriyordu. Açtım. Her şey yazılıydı. Tarık’ın bana oynadığı oyunun belgeleri. Bir isim daha vardı: Ayça. Kadının adı. Ve yanında bir not: “Kendini kurtarabilecek son kişi sensin.”
Aynaya baktım yeniden. O beyazlar içindeki genç kadına. Titrek, yaralı ama hâlâ ayakta duran birine.
Sonra kapı tekrar çaldı. “Zeynep hazır mı?” diye bir ses duyuldu dışarıdan.
Nefesimi tuttum. Ayakkabılarımı çıkardım. Gelinliğin eteklerini topladım. Zarfı çantama koydum. Ve pencereden baktım. Aşağıda küçük bir bahçe kapısı vardı. Kimse fark etmeyecekti.
Kararımı verdim.
Dışarı çıkmayacaktım. Kaçacaktım. Ama korkudan değil. Bu defa kendimi seçmek için.
Ve yürüdüm. Arkamda alkış sesleri, gülüşmeler, fotoğraf makineleri değil… Sadece içimde yeni bir ben yankılandı:
“Artık kandırılmayacak kadar güçlüyüm.”