İstanbul Elit Lisesi'nin gri evi sabah yağmurun altında ve 100 yıllık geleneğin ağırlığı altında uyanmıştı. 12 sınıfta, mahkeme salonu gibi dizilmiş sıraların ortasında, Mehmet Demir ayakta duruyordu. Ayak gösterileri mevcutmuş, eski ve üç kez dikilmiş pantolonu, devam edenlerin parlak üniformalarıyla keskin bir tezat oluşuyor. Defterini göğsüne bastırmış, başı öne eğikti. Sınıfın arka sıralarında, milletvekili ve iş insanlarının kıkırtıları yankılanıyordu.
Kapıdan içeri Osman Özkan öğretmeni girdi. Elindeki liste ve yakasındaki altın Türk eğitim nişanı, ona savaş alanında bir genel hava veriyordu. Sınıf süzüldü, ardından Mehmet'in önünde durdu:
Diğer sayfamıza geçerek detayı okuyunuz
"Mehmet Demir, dün devam ediyor ödevi nerede? Ah, tabii ki bizim burslu öğrencimiz yine yapmamış!" Sözlerinin ardından kıkırtılar arttı. Mehmet cevap olarak, başını daha da eğdi. Ama bu korkudan değil, öfkesini sürdürmek içindi.
Osman öğretmen şöyle devam etti: “Bu okula girme hakkının olup olmadığı hiç düşünülmedin mü? Senin gibi bir çocuk, normal lisede okumalı.” Onu değiştirebilir Mehmet'in kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. Mehmet'in bu elit dönemde bir istisna, bir hata gibi bildiğinü herkes biliyordu.
“Konuşmuyor musun Mehmet, yoksa dilini mi yuttun? O zaman sesli bir şekilde ders kitabının 47. Sınıfta bir anda sessizlik oldu.
Mehmet'in elleri defteri daha sıkı kavradı. O, hayatı boyunca tek bir kalkan olmuştu: Yalnızlığı ve kitapları. Osman öğretmen cetveli Mehmet'in alnına doğru sallayarak, “Kapa çeneni cahil ayakkabı boyacısı!” dedi. Sınıfta kahkahalar yükseldi.
Ama o anda Mehmet'in içinde bir şey kırıldı. Artık sessiz kalmayacaktı. Başını kaldırdı, sesi küçük ama kararlıydı:
“Gerçekten cahil olanları mı, öğretmenim?”
Sınıf bir anda sessizliğe gömüldü. Mehmet defterini açtı. Sayfalarında Arapça, İngilizce, Japonca, Rusça ve Fransızca notlar mevcuttu. Temiz, özenli el yazısıyla her sayfa farklı bir dilde yazılmıştı.
"Öğretmenimin bana söylediği her şeyi beş farklı dilde. Hangi dilde okumamı geliştirmeliyim?" dedi.
Osman öğretmen donup kaldı. Sınıfın tamamı nefesini tutmuştu. Arka sıradaki Ayşe Kara, okulun birincisi şaşkınlıkla Mehmet'e bakıyordu.
Osman öğretmen tahtaya Latince bir cümle yazdı: “Tantum valet quantum vendi potest.”
“Kim bunun anlamını biliyor?” Sesi bu kez daha zayıftı.
Mehmet elini kaldırdı, “Bir eşya, birinin ona ödemeye razı olduğu kadar değerlidir” diye çevirdi.
Öğrenciler merak etmişti. Osman öğreten Arapça, Arapça, Rusça cümleleri yazmaya devam etti. Mehmet hepsini doğru çevirdi.
Sonunda Osman öğretmeni yorgun bir sesle sordu:
“Bunları nasıl öğrenenler?”
Mehmet ilk kez hafifçe yürüdü:
"Annem küçük bir pansiyonda çalışıyordu. Dünyanın dört bir yanından gelen yayın bıraktıkları kitaplar bana verirdi. Oyuncak yerine kitaplarla oynadım. Kitapçı Hatice Nine altı dil bilirdi. 'Harfler tuğlalıdır Mehmet'im, kelimeler ev, cümleler şehirdir. Her dil yeni bir dünyadır,' derdi."
Artık sınıftaki güç dengeleri değişti. Mehmet'in sessizliği küçüklükten değil, derinliktendi. Ayşe'nin gözlerinde ilk kez saygı parladı. Diğer de ona farklı bir işlem yapılmamıştı.
Osman öğretmen bu yenilgiyi kabullenemedi. Ama artık kontrolü kaybetmişti. Mehmet, “Öğretmenim, Rusça testi de yapmadınız” diye ekledi. Tahtaya “Bilgi gücütür” yazıldı ve çevrildi. Sınıf artık gülmüyordu. Mehmet'in güneş yüzüne vuruşu. O an, artık utangaç öğrenci değil, bilgiyle ve cesaretle, meydan okuyan sistemle rapor edildi.
Olayın yansımaları koridorlarına ayrılır. Mehmet'in adı fısıltılarla dolaştı. “Beş dil biliyormuş!” “Rusça'yı akıcı konuşuyormuş!” “Tahtaya Arapça yazıldı!” Mehmet dikkat çekmemişti ama artık görünmüyordu.
Müdür yardımcısı İsmail Bey, Osman öğretmeninin şikayetini dinledi:
“O çocuk beni rezil etti, Otoritem yıkıldı!”
İsmail Bey soğukkanlılıkla cevap verdi:
“Otoriteniz bu kadar kolay sarsılıyorsa başlangıçta sağlam değilmiş.”
Ayşe, Mehmet'in yanında kaldı.
“Başka hangi dilleri kullanıyor?”
“Japonca biraz… Kitaplar tek arkadaşımdı,” dedi Mehmet.
Ayşe ona hayran kaldı:
"Sen gerçekten özelsin. Okulumuzun sana ihtiyacı var."
Mehmet hafifçe yürüyordu:
“İhtiyaç yok. Sadece burada olduğum gerçeği var.”
O gün sonra Mehmet'in sessizliği, okulun duvarlarında yankılandı. Artık yalnızca bir burslu öğrenci yoktu. Onun varlığı, sistemi sorgulamaya başlayan yeni bir bilinç kılavuzuydu.
Ve bir gün, belki de bu ölüm bilgisiyle, cesaretle ve dillerle örülmüş yeni bir dünyanın kapısı aralanacaktı.