Karnımdaki bebeğin her kıpırtısında içimden bir dua yükseliyor. “Dayan,” diyorum ona, “biraz daha dayan.” Bu cümleyi en çok kendime söylüyorum aslında. Çünkü bu evde, bu duvarların arasında, sabahın sessizliği bile bir fırtınanın habercisi gibi. Ben hamileyim; ama hamileliğin verdiği o korunmuşluk, o şefkat burada hiç var olmadı.
Evlendiğimde, “Sabret, zamanla alışılır” demişlerdi. Kaynanama hizmet etmek, onun gözüne girmek, evin düzenini kusursuz sürdürmek… Hepsi görevdi. Ben de elimden geleni yaptım. Sabah ezanından önce kalktım, çorbayı kaynattım, yerleri sildim, çamaşırları yıkadım. Ama ne yaparsam yapayım, hep bir eksik bulundu.
Çorba tuzsuz, yerler yeterince parlamıyor, sesim fazla çıkıyor, yüzüm asık… Ve akşam olduğunda, bu eksikler kocamın dilinde bıçak gibi keskinleşiyordu.
“Annemin hakkını veremiyorsun,” derdi. “Bu mu hamilelik? Bahane bulma.” Sözleri yükseldikçe, karnımdaki bebeği ellerimle korur gibi olurdum. Hakaretler havada dolaşırdı, küçümseyen bakışlar, yüzümü kızartan cümleler… Bazen susardım, bazen “elimden geleni yapıyorum” demeye çalışırdım. Ama her cevap yeni sayinglerin kapısını aralardı.
Kaynanam sessizdi; ama sessizliği daha ağırdı. Gözleriyle tartar, bir kaş kaldırışıyla beni yerden yere vururdu. Kocam onun bakışını emir sayardı. “Annemin gönlünü kırdun,” diye başlar, “beceriksizsin,” diye bitirirdi. O anlarda, evin duvarları üzerime gelirdi sanki. Odaya çekilir, aynaya bakar, kendimi tanıyamazdım. Hamileliğin getirdiği şişkinlikler değil, kelimelerin bıraktığı morluklar büyütürdü beni.
Bir gün, sancım varken de mutfağa girmemi istediler. Dizlerim titriyordu. Tencereyi ocağa koyarken elim yandı. Canım yandı, sesim çıktı. Kocam mutfağın kapısında belirdi. “Bir işi de doğru yap,” dedi. O an içimde bir şey koptu. Sadece ben değil, bebeğim de bu sözleri duyuyordu sanki. Kalbim hızlandı, nefesim daraldı. Ama yine de sustum. Çünkü sustukça geçeceğine inanmak istiyordum.
Geceler en zoruydu. Yatağın bir ucunda ben, bir ucunda o. Aramızda kilometreler. Karnımı okşar, bebeğime hikâyeler anlatırdım. “Bir gün,” derdim, “sessizliği dinlemek zorunda kalmayacaksın.” Bazen gözyaşlarım yastığa akardı, sessizce. Ağladığımı duymasınlar diye nefesimi tutardım. Ağlamak bile yasaktı bu evde.devamı sonraki sayfamızdan okuyabilirisiniz

Bunlar da İlginizi Çekebilir