EN ÖNEMLİ GÜNÜMDE İMAMIN SÖYLEDİĞİ TEK BİR SÖZ
Gelinlikteki Sessizlik
Üsküdar’ın dar sokakları, sabahın erken saatlerinde kuş cıvıltılarıyla dolup taşıyordu. Hava, yaklaşan büyük günün heyecanıyla resmen titriyordu. Mahalle sakinleri evlerinin balkonlarından dışarıya bakıyor, kadınlar kapı önlerinde sessiz sedasız fısıldaşıyor, çocuklar ellerinde ufak kır çiçekleriyle koşturuyordu. Bugün Elif’in düğünüydü; her bireyin konuştuğu, umutla beklediği o özel gündü. Devamı snraki syfada..Go’rseIIerden ilerleyerek devam edebilirsiniz.
Elif, fakirlik ve mahcubiyet içersinde büyümüş genç bir kadındı. Yılların sessizliğini, komşuların alaylı bakışlarını ve babasız büyümenin oluşturduğu boşluğu taşıyan narin bir genç kız. İçinde mutlulukla endişe birbirine karışmıştı. Aynanın karşısında annesinin ellerinin titreyerek taktığı ince duvakla yüzünü kapatırken derin bir soluk aldı. Gözlerinin kenarındaki parıltı hem umut hem de korkuydu.
Murat’ın ailesi ise Üsküdar’ın köklü, saygın ve varlıklı ailelerinden biriydi. Ticaretteki bağlantıları, camideki ön sıralarda otururken sergiledikleri emniyet, onları mahallede ayrıcalıklı kılıyordu. Elif’in annesi yalın bir lacivert elbiseyle kızının çevresinde dolaşıyor, gözyaşlarını saklamak amacıyla başörtüsünü devamlı düzeltiyordu. Yıllarca sessiz kalmış, komşuların iğneleyici sözlerine katlanmıştı. İçinde kimseye açamadığı acılar vardı. Elif amacıyla annesinin o sessiz direnci, yaşamı süresince gördüğü tek güçtü.

Evde telaş hakimdi. Halalar baklava tepsileri taşıyor, kuzenler kahkahalarla şakalaşıyor, ihtiyar nineler dua mırıldanıyordu. Fakat bu kalabalığın içersinde Elif’in yüreğini sıkan bir şey vardı: Sanki mutluluğu üstüne her an çökecek kara bir gölgenin içersinde saklanıyordu.

Gelin çıkışı amacıyla kapıya doğru yürüdüğünde sokak her köşesinden insanlar toplanmıştı. Kadınlar ellerinde şeker torbaları, erkekler cep telefonlarıyla kayıt alıyor, çocuklar meraklı gözlerle izliyordu. Elif kalabalığın arasında birtakım bakışların alaycı, birtakım bakışların da imalı olduğunu fark ediyordu. Komşular arasında oluşturulan ufak şakalar, eski borçlardan anlatılan saklı fısıltılar kulağına çalınıyordu. Annesinin adı geçtiğinde kalbi birdenbire sıkıştı. Bu düğün yalnızca onun mutluluğu değil, annesinin senelerce sustuğu yaraların da hesabı olacaktı.

İçten içe bu düğünün bir dönüm noktası olacağını hissediyordu ama neyin dönüp neyin değişeceğini bilmiyordu. Murat’ın ailesiyle birleşmenin senelerce kendine yöneltilen küçümsemelere karşı bir zafer olacağını hayal etmişti. Ama içersinde bir ses, bunun o kadar yalın olmayacağını söylüyordu.

Düğün salonu rengarenk ışıklarla süslenmişti. Masaların üzerindeki çiçekler, şekerli lokum tabakları ve özenle katlanmış beyaz peçeteler içerideki havayı bir bayram yerine çevirmişti. Dışarıdan gelen davul ve zurnanın ritmi içeriye doluyor, her bireyin kalbine aynı anda hem mutluluk hem de bir telaş bırakıyordu.

Kalabalığın ortasında beyaz gelinliğiyle Elif ve koyu lacivert grup elbisesiyle Murat yan yana oturuyordu. Gözler onların üzerindeydi. Fotoğraf makineleri parıldıyor, genç kızlar hayranlıkla gelini izliyor, ihtiyar kadınlar dualar mırıldanıyordu. Herkes bu anın mükemmel görünmesini istiyordu. Fakat o mükemmelluğun içersinde ince çatlaklar vardı. Görünmez ama hissedilir bir gerginlik gökyüzüne asılı kalmış gibiydi.
İmam kürsüye çıkıp mikrofona doğru eğildiğinde kalabalık derin bir sessizliğe büründü. Çocukların bile mırıldanmaları sustu, bardakların şıngırtısı kesildi. Hernet kulağı onun ağzından çıkacak ilk kelimelere çevrilmişti. İmamın sesi tok ama biraz yorgun bir tınıyla salona yayıldı. Önce evliliğin kutsallığından, aile olmanın öneminden ve iki gencin birbirine emniyet üstüne kuracağı bir ömürden bahsetti. İnsanlar başlarını onaylar gibi sallıyor, arka sıralardan ihtiyarlar amin diyordu. Her şey olağan görünüyordu.

Fakat tam o sırada imamın sesi duraksadı. Kelimelerinin arasına ince bir soluk aralığı sıkıştı. O ufak duraksama, Elif’in yüreğine saplanan bir iğne gibiydi. İmam bakışlarını bir an gelinle damadın ailelerine çevirdi. Gözlerinde sıradan bir nikah duasının taşıyamayacağı kadar ağır bir ifade vardı. Sonra cümlelerini yavaşlatarak devam etti. Sanki yalnızca bir kısmının anlayabileceği şekilde ima dolu sözler kullandı:

“Evlilik yalnızca iki bireyin değil, aynı vakitte iki ailenin de birbirine kattıklarıyla yaşar. Arada sırada geçmişte oluşturulan yanlışlar bugünün sevincini gölgeleyebilir.”

Cümlenin sonucunda kısa bir sessizlik oldu. Sanki tüm salon o kelimeleri yutmuş ve ne manaya yaklaştığını çözmeye çalışıyordu. O an salondaki hava değişti. İnsanların gözleri birbirine kaymaya başladı. Dudaklar arasında fısıltılar dolaştı. Bazı kadınlar başörtülerinin altından bakışlarını gizlemeye çalıştı. Bazı erkekler kaşlarını çattı.

Elif’in kalbi süratle çarpmaya başladı. Çünkü o sözler sıradan bir nasihat gibi görünse de içersinde keskin bir ima taşıyordu. Onun gözünde bu yalın bir nasihat değildi. Sanki imam bilerek bir gerçeği saklamaya çalışıyor ama aynı vakitte ipucu veriyordu. Elif anında annesine baktı. Kadının elleri kucağında sıkılıydı. Tırnakları avuçlarına saplanmış gibiydi. Dudakları titriyor, gözleri yerdeydi. Bu durumuyla annesi senelerce sakladığı bir yükün ağırlığını tekrar sırtlanmışa benziyordu.

Davetlilerden birtakımları belli belirsiz bir gülümsemeyle birbirine eğiliyor, “Bak gördün mü boşuna konuşmuyorlar,” der gibi bakıyordu. Elif o anda kendi düğününün bir mutluluk masalından çok her bireyin gözünde açılan eski bir defterin sayfasına dönüşmek üzere olduğunu hissetti.

Murat’ın ailesi ise soğukkanlı görünmeye çalışıyordu. Babası koltuğa yaslanmış, yüzünde yapmacık bir ciddiyet vardı. Gözleri sanki imamın söylediklerini duymazdan geliyordu. Annesi ise ince bir mendille alnındaki teri siliyor, bakışlarını konuklarına arasında dolaştırıyordu. Fakat bu soğuk tavır dedikodulara daha da kuvvet katıyordu. Çünkü kimse bu kadar kayıtsız olamazdı. Herkes onların sakladığı bir şey olduğuna inanmaya başlamıştı.

Kalabalığın içersinde fısıldayan sözler süratle çoğaldı. Bir masa başında oturan kadınlardan biri komşusunun kulağına eğilip geçmişte duyduğu söylentilerden bahsetmeye başladı. Bir diğeri, “O imam herhangi konuşmaz. Mutlaka bildiği bir şey vardır,” dedi. Elif kulaklarını kapamak istedi ama her fısıltı ona ulaşmak amacıyla yolunu buluyordu.

Çocukluğunda annesinin yaşadığı küçümsemeleri hatırladı. Komşuların kapı önlerinde fısıldaşarak söyledikleri sözleri, annesinin kafasını öne eğerek sustuğunu. Şimdi aynı fısıltılar kendi düğününde tekrar yankılanıyordu. Oysa birkaç dakika evvelce hayalini kurduğu şey çok farklıydı. İnsanlar alkışlayacak, gülümseyecek, mutluluk gözyaşları dökeceklerdi. Ama şimdi imamın ima dolu cümleleri her bireyin zihninde gölgeli bir soru işareti açmıştı.

Bu soru işareti davetlilerin bakışlarını daha ağır, sözlerini daha keskin yapıyordu. Elif’in yüreği süratle daralıyor, gelinliğin içersinde soluk alabilmek zorlaşıyordu. İmam ise söylediklerinin etkisini fark etmiş gibiydi. Gözlerini tekrar Elif’e diktiğinde sanki ona saklı bir mesaj göndermeye çalışıyordu. Elif o an amacıyla net bir şey manayadı ama kalbinin derinliklerinde şunu hissetti: Bu düğün yalnızca kendisiyle Murat’ın öyküsü değildi. Bu düğün çok daha eski, çok daha karanlık bir hikayenin gölgesinde yapılıyordu.

Kalabalık tekrar sessizliğe büründüğünde her bireyin içersinden geride bıraktığımız düşünceler birbirine karıştı. Elif’in bakışları tek tek misafirlere dolaştı. Kimi gözlerini kaçırıyor, kimi alayla gülümsüyor, kimi de şaşkınlıkla olanı biteni izliyordu. Dışarıda davul zurna hala çalıyordu ama içeride her bireyin kalbine gömülen sessizlik tüm melodileri boğuyordu.

Ve o anda Elif fark etti ki yaşamının en mutlu olması gereken günü görünmez bir sırla lekelenmişti. O sır neydi? Kimden geliyordu? Kim doğrultusundan taşınıyordu? Bunları bilmiyordu ama bildiği tek şey bu düğünün bundan sonra eskisi gibi olmayacağıydı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir