Köy ağası bir gün, sürüsünü otlatan çobanın yanına gelir ve elinde yularlarını tuttuğu, yeni doğan iki buzağıyı sürüye katması için ona teslim ederken, sarıkız ismini verdiği buzağıyı çok sevdiğini söyleyip başını okşar...O günden sonrada gün aşırı çobanın yanına uğrar ve her geldiğinde;
mutlaka sarı kızın başını okşamayı ihmal etmez...Aradan bir kaç hafta geçer.Bir gün sürünün yanına geldiğinde, yıllardır yanında çalışan çobanına, verdiği akçeden hariç bir iyilik yapmak isteği geçer yüreğinden.
DEVAMI İÇİN GÖRSELE TIKLAYIN
Ama çobanın yüreğine göre, bu iyilikten kazancı olmasını ister.Ve birgün memlekete gideceği için bavulu elinde arabanın gelmesini bekler vaziyette sürüye bakarken
-"şu iki buzağıdan birini memlekete gidip geldikten sonra sana vereceğim.Hem zaten ozamana kadar semirir koca hayvan olur bunlar.Hangi buzağıyı sana vereceğimi,bir kağıda yazıp bizim kasaya koydum bile.
Geldiğimde kasayı açınca sen alır bakarsın" - der...
Çoban bu işe öyle sevinirki.O günden sonra buzağılardan birine çok ehemmiyet verir.Öyleki ehemmiyet verdiği o buzağı, tüm sürüden daha çok semirir ve büyük besili koca bir inek olur en sonunda.
Zaman geçer ve ağa memleketten döner.Zaten çoban, gözleri yollarda ağayı beklemektedir.Ağa eve girmeden herzamanki gibi sürünün yanına gelir hemen.
Bir kara kıza bakar bir sarıkıza.Sarıkız cılız mı cılız kalmıştır.Kara kız ise semirmiş besili koca bir inek olmuştur....
Ağa, sarı kızla kara kız arasındaki farkın sebebini sorduğunda, çoban,
- "Bunların cinsi böyle ağam.
Sarı kız cılız kaldı bu yüzden-" diye cevap verir.Ağa "tamam" der gibi başını salladıktan sonra, kendisini takip etmesini söyler çobana.
Birlikte çiftliğin yazıhanesine gidip,kasanın önünde dururlar .Ağa kasanın kilidini açıp,çobana içindeki kağıdı alıp okumasını söyler...
Kağıtta şöyle yazmaktadır.-"Sarı kız ve kara kız aynı ineğin buzağılarıdır.Yani aynı cins hayvanlardır.
Ben sarı kızı çok sevmiştim.
Sevdiğim buzağıyı sana layık görüyorum çoban Hüseyin.Sevdiğim hayvanı sana verebilceğim zerrece aklından geçmemiştir eminim.
Senin bana neyi layık gördüğünü ise memleketten dönüp, sarı kızın halini gördüğümde anlayacağım... -"
Hastalığını duyan yaşlı kadının korkacağını sanan doktor korkma diyor ona. Korkma!
Yaşlı kadın doktora döner ve der;
Eğer dünya kalsaydı, Hazreti Muhammed'e Sallallahu aleyhi ve sellem’e kalırdı.
Eğer yiğitlikle olsaydı, Hayber Kalesi'nin kapısını sallayan Hazreti Ali'ye radiyallahu anh kalırdı.
Eğer korumayla olsaydı, Diyarbakır surlarını yapan Nuşirevan'a kalırdı.
Eğer güçle olsaydı, gürzü kendalı sallayan Hazreti Hamza'ya radiyallahu anh kalırdı.
Korkutmayla olsaydı, Nemrud'a kalırdı.
Ben ölümden değil, imanımdan korkarım doktor!
Böyle bir tevekkül bahşet gönüllerimize Allah'ım!
Korkumuz ölümden değil, imanımızı yitirmekten olsun.
Telaşımız dünyalık değil, hesap verebilme endişesinden olsun.
Yarına karnımı nasıl doğuracağım diye düşünmek yerine, son nefeste imanımı nasıl koruyabileceğim diye düşüneyim.
Bize böyle bir teslimiyet nasip et Allah'ım!
İçinde acabalar olmasın.
İnanır görünüp, ikilemde kalmayalım.
İçimiz dışımız hakikât olsun, hâkiki imân ile dolsun Allah'ım!
—Sana bir dua eden olsun,
Bilemezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
ummadık kapılar açan..
—Bilemezsin kimin için ettiğin duadır,
Seni böyle ayakta tutan…