Bir gün evde kimse yoktu, yalnızca ikimiz vardık. Kitap okuyordum, sessizlik güzeldi ama sonra o geldi. Salona aşamasını attı, üzerindeki kıyafet normaldi ama bakışları değişikti. “Ben çay koydum, odada içelim mi?” dedi. Nazik bir şekilde “Salonda içeriz,” dedim. Hafif gülümsedi, ama o gülümsemenin içersinde bir çağrı vardı. Odasına yöneldi.
Ben mutfağa gittim, su içtim, aynaya baktım. Kendi kendime dedim ki: “Sen ne yapıyorsun?” İçimde bir karmaşa vardı. Sonuçta ben de erkeğim, ilgilenilmek insanın hislerini karıştırabiliyor. Ama bu doğru muydu? Hayatımda ilk defa bu kadar büyük bir sınavla karşı karşıyaydım. Kalbim diğer birini seçmişken, şimdi bir yoldan sapacak olsam, bunun altından kalkabilir miydim?
Bir bahane uydurdum. “İşim çıktı, anında çıkmam gerekiyor,” dedim. Çantamı alıp evden çıktım. Nişanlıma bile haber vermeden gittim. Dışarı çıktığımda hava soğuktu ama içim daha da soğuktu.
O gece uyuyamadım. Kendi içimde defalarca tartıştım. Ahlak, sadakat, güven… Bunlar ne demekti? O evde bir daha kalamazdım. Ertesi sabah nişanlımla buluştum. Gözlerine baktım. Bir şey söyleyemeden ağlamaya başladı. “Annem acayip davranıyor, değil mi?” dedi. Şaşırdım. Her şeyi anlamıştı ama bir tek ben anlatamamıştım. Sonra omzuma dokundu, “Gitme, eş güdümlü hallederiz,” dedi.
Ama yapamadım. O ev, o bölge bana bundan sonra yabancıydı. Ailesinden birisi ile aramda bu tür bir şeyin yaşanması, yalnızca beni değil, onu da yakardı. Nişanı bozdum. Onu kaybettim, evet. Ama kendime olan saygımı korudum.
Yıllar geçti… Şimdi diğer bir kentte yaşıyorum. Arada sırada yalnızım, birtakım durumlarda anılar gelip yakama yapışıyor ama içimde bir huzur var. Ne olursa olsun, o gün doğru olanı yaptım.
Ve birtakım durumlarda bir adam, sırf erkek bulunduğu amacıyla değil; insan bulunduğu amacıyla kuvvetli durmalı.