18 yaşındaydım ve onunla birlikte hayatımın da bittiğini sanıyordum.
Cenazeden iki hafta geçmişti ama ev hâlâ ıhlamur çayı ve eski tahta kokuyordu. Her şey onun bıraktığı gibiydi: kapının yanındaki terlikleri, askıya asılı ceketi, kalbinin durduğu saatte duran saat… Hiçbir şeye dokunacak gücüm yoktu. Bir eşyayı yerinden oynatsam, sanki ona ihanet ediyormuşum gibi geliyordu.
Telefon çaldığında neredeyse açmayacaktım.
— Alo?
Karşıdan sakin, erkek bir ses geldi. Fazlasıyla kendinden emin.
— Deden sandığın kişi değildi. Konuşmamız lazım.
Telefonu kapattım. Ellerim titriyordu. Benim için anne, baba, sığınak olan bir adam hakkında kim böyle bir şey söyleyebilirdi?
Telefon tekrar çaldı. Bir daha. Bir daha.
Üçüncüde açtım.
Şehrin kenarında, küçük bir kafede buluştuk. Adam ellili yaşlardaydı, sade bir takım elbise giymişti, gözleri yorgundu. Masaya kalın bir dosya koydu.
— Benim adım Selin. Yıllar önce dedenle birlikte çalıştım…
Dosyayı açtı. Belgeler. Damgalar. Eski fotoğraflar. Hiçbir şey anlamadan bakakaldım.
— Deden sadece yorgun bir işçi değildi, diye devam etti. — Büyük bir şirkette baş muhasebeciydi. Devasa bir yolsuzluk ortaya çıkardı. Susmayı reddedince tehdit edildi. Sistemin dışına çıktı, hayatını, kimliğini… her şeyini değiştirdi.