Adamın sorusu havada asılı kaldı. Komşuların fısıltıları kulağıma çarpıyor ama artık hiçbirini duymuyordum. Sadece adamın yüzündeki şaşkınlık ve korkuyu görüyordum. Cem, tereddütle bana baktı. “Anne… bu adam kim?” Yutkundum. “İçeri geç, oğlum,” diyebildim. Ama o adımını bile kımıldatmadı. Adam bir adım bana doğru attı. “Elif… bana niye söylemedin? Neden aramadın? Neden haber vermedin?” Sesinde öfke yoktu. Daha çok kaybetmiş biri gibi konuşuyordu. Başımı eğdim. “Arayacağım bir numara yoktu. Sen zaten gidiyordun. Ben… yalnızca oğlumu korudum.” Adam derin bir nefes aldı, sonra dizlerinin bağı çözülür gibi çömeldi. Elleri titriyordu. Cem’e baktı, sonra bana. “Elif… ben seni unutmamıştım. O geceyi… seni… hiçbir şeyi.” Gözleri doluydu. “Aradım. Yıllarca aradım. Yanlış isimler, yanlış adresler… başka bir şehirde olduğunu sanıyordum.” Sözleri kalbimi sıkıştırdı. On yıldır ilk kez bir yetişkin gibi değil, içi titreyen bir kadın gibi nefes aldım. Tam o sırada Cem yavaş adımlarla adama yaklaştı. Küçük ellerini arkasına saklamıştı. “Siz… gerçekten benim babam mısınız?” Adam gözlerinden yaş taşarken başını salladı. “Evet. Eğer izin verirsen… evet.” Cem, beklemediğim bir anda adama sarıldı.