Adam, sanki kırılmaktan korkar gibi onu kollarının arasına aldı. O an, yıllardır üzerime çöken yükün bir kısmı içimden sökülüp gitti. Ama sonra adam doğruldu. Ciddileşti. “Elif… seni ve Cem’i yalnız bırakmayacağım. Ama bununla bitmedi.” Derin bir nefes aldı. “Bu köyde, senin neler yaşadığını duyunca öfkelendim. Buraya sadece sizi bulmak için değil… bazı şeyleri düzeltmek için de geldim.” “Ne demek istiyorsun?” diye sordum, şaşkınlıkla. Tam o anda köyün muhtarı, komşularla birlikte kapı önünde belirdi. Yüzlerinde karışık bir şaşkınlık, bir korku vardı. Çünkü adamın kim olduğunu yeni anlamaya başlamışlardı. Adam arkasını dönüp onlara baktı. Sesi artık titremiyordu. Güz gibi soğuk ve netti: “Ben Yaman Holding’in sahibi Aras Yaman. On yıl önce buradan geçerken bir gece konaklamıştım. Bugün ise oğlumu ve… yıllarca yalnız bırakılan bir kadını almaya geldim.” Etraf sessizleşti. Kimse nefes almadı. Adam bana döndü. “Ama sen ne istersen… neye karar verirsen… ona göre hareket edeceğim.” Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Yıllarca beni küçümseyen, arkamdan konuşan herkes donup kalmıştı. Bir anda hayatımızın yönü değişmişti. Ama ben hâlâ tek bir soruya cevap veremiyordum: Gerçekten gitmeye hazır mıydım?