Nişantaşı’ndaki lüks ev, ikizler için bambaşka bir dünyaydı. Zeynep ve Selin, birlikte yatmak istediler. Kemal, onlara menemen yapmayı öğretti. Mutfakta birlikte güldüler, tartıştılar, barıştılar. Kemal, bu çocukların çok çabuk büyüdüğünü ve kendi başlarına hayatta kalmak zorunda kaldıklarını fark etti. İlk kez baba olmanın, para ve güçten daha önemli olduğunu hissetti.

Ayşe Sönmez, Mira’nın barınakta yazdığı günlüğü Kemal’e verdi. Mira, kızlarını sevgiyle büyütmek istediğini, Kemal’in giderek yabancılaştığını, gösterilmeyen sevginin boş olduğunu yazmıştı. Kemal, Mira’nın korkusunun kendisinden değil, birlikte kuramadıkları hayattan kaynaklandığını anladı. Tüm servetine rağmen, en değerli şeyi, gerçek aileyi kaybetmişti.

Zeynep, bir sabah okula gitmeyi reddetti: “Sizin gibi olmak istemiyorum. Sevdiği insanları görmezden gelen biri gibi.” Kemal, Mira’yı hayal kırıklığına uğrattığını kabul etti ve artık değişeceğini söyledi. Zeynep, bir süre sonra evden kaçtı. Kemal, onu Mira’nın mutlu olduğu eski barınakta buldu. Ateşi vardı, güçsüzdü. Kemal onu kucağına alıp hastaneye götürdü. Zeynep ilk kez “Baba, bizi bırakmayacak mısın?” diye sordu. Kemal, “Asla,” dedi. O gece Zeynep’in elini tutarak yanında nöbet tuttu.

Zeynep iyileşince Kemal, Mira’nın ölümüne dair yeni bilgiler aldı. Mira, Kemal’e ulaşmak için şirketi aramış, sekreter tarafından engellenmişti. Kemal, Mira’nın son anlarını, ona ulaşmak için gösterdiği çabayı düşündü. Artık intikam değil, kızlarını koruma sorumluluğu hissediyordu.

Mahkemede Selin ve Zeynep’in velayetini almak için mücadele etti. Zeynep, “Babamız bizi satın almaya çalışmıyor. Çünkü zaten biziz. O bizi sevdiği için yanımızda,” dedi. Selin, “Biz de nasıl babamız olacağını bilmiyorduk. Şimdi birlikte öğreniyoruz,” diye ekledi. Hakim, Kemal’e kızlarının yasal velayetini verdi. Üçü birlikte adliyeden çıktıklarında, Kemal’in yüzünde uzun zamandır görülmeyen bir gülümseme vardı.



Kemal, şirketin büyük kısmını kızları adına vakfa bağışladı. Artık önceliği aileydi. Bodrum’da birlikte denize girdiler, bisiklet sürdüler, ödev yaptılar. Mira’nın mezarını ziyaret etmek artık bir acı değil, sevgi ritüeliydi. Selin, “Baba yemek pişiremiyor ama öğreniyor,” dedi. Zeynep, “Baba matematik ödevime yardım etti,” diye ekledi. Kemal, kızlarının Mira ile konuşmalarını izlerken, Mira’nın hayalini yaşattığını hissetti.

Bir yıl sonra, Kemal artık sadece iş adamı değil, gerçek bir babaydı. Kızlarının odasında masal okuyor, piyano derslerine, okul gösterilerine katılıyordu. Zeynep ve Selin, onun yanında huzurluydu. Mira’nın en büyük dileği, çocuklarının sevgiyle büyümesiydi. Kemal, her gece Mira’nın son mektubunu okuyarak, “Buldum Mira ve seviyorum her gün,” diyordu.

Ev artık gerçek bir yuva olmuştu. Duvarlarda çocukların resimleri, mutfakta yemek kokusu, salonda kahkaha sesi eksik olmuyordu. Kemal, bir zamanlar soğuk ve acımasız bir iş adamıyken, şimdi ikinci kimliği olan babalığı her şeyin önüne koymuştu. Zeynep, günlüğüne “Bugün olanlar özel değil, sadece mutlu şeyler,” diye yazıyordu. Kemal, Mira’nın istediği gibi, özel olmayan mutlu günlerin değerini anlamıştı.

Sonunda, Mira’nın mezarı başında Selin ve Zeynep, “Biz gerçek aileyiz değil mi?” diye sordular. Kemal gülümseyerek “Evet, biz hep aileydik. Sadece birbirimizi bulmak biraz zaman aldı,” dedi. Zeynep, “Şimdi Demir ailesiyiz,” diyerek arka koltuktan ekledi. Artık yasal belgeler değil, sevgiyle bağlı gerçek bir aileydiler.

O gece Kemal, Mira’nın son mektubunu bir kez daha okudu. “Bir şey olursa çocuklarımızı bul. Onları sev.” Kemal gözlerini kapatıp fısıldadı: “Buldum Mira. Ve her gün seviyorum.” Artık acının hikayesi, kurtuluşun ve sevginin hikayesine dönüşmüştü. Mira’nın son arzusu gerçekleşmişti. Kemal, Selin ve Zeynep, sonunda mükemmel aile olmuşlardı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir