Fizyoterapist başını eğdi: “Bunu hiç istemedim… Ama onun birine konuşması gerekiyordu. Sen onun kocasıydın, ama artık onu anlayan kişi değildin. Sevginin içinde bile yalnızdı.” Ahmet başka bir şey söylemedi. Eve cüzdanını almak için dönmüştü, ama o cüzdan artık her şeyin değiştiği anın sembolüydü. Geriye dönerken yol iki kat uzun geldi. O gün, yağmur yağdı. Sonra, akrabalarının yanına —İzmir’e— taşındı. Ne bir şikâyet, ne bir dava. Boşanma belgelerini hemen imzaladı, evi Elif’e bıraktı. “Bunu, beş yıllık evliliğimizin hatırası olarak kabul et,

” diye yazdı titrek ama kararlı bir el yazısıyla. Küçük bir köy okulunda tekrar öğretmenliğe başladı. Hayat daha yavaş, daha hüzünlü… ama bir o kadar da hafifti. Bir gün biri sordu: “Bunca fedakârlığa değdi mi?” Ahmet başını salladı, yorgun ama içten bir gülümsemeyle: “Hayır, pişman değilim. Çünkü gerçekten sevdiğinde, bedelini saymazsın. Ama bundan sonra… önce kendimi sevmeyi öğreneceğim, sonra bir başkasını.” Bu hikâyede ne kötü insanlar var, ne de kusursuz melekler. Ahmet fazla sevdiği için suçlu değildi. Elif de hayatını geri istediği için. Gerçek trajedi… ikisinin de, sevginin her şeyi koruyabileceğine inanmasıydı — hatta sessizlikte çoktan ö-lmüş olanı bile.

Bunlar da İlginizi Çekebilir