Zengin aga
Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış. Cumadan cumaya camiye gelirmiş. Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.

Kasabanın en zenginlerinden olan Murat ağa, kendisinin çok akıllı olduğu için servet sahibi olduğunu sanırmış.

Cumadan cumaya camiye gelirmiş.

devamı için görselelre tıklayarak ilerleyiniz
Caminin yakınında, etrafı sağlam taş duvarlarla çevrili, içinde çok çeşitli meyve ağaçları olan büyük bir bahçe içinde, üç katlı kocaman bir evi varmış.

Süslü ve pahalı elbiseler giyer, gururla dolaşırmış.

Nasreddin Hoca’nın cuma vaaz ve hutbelerini dinledikten sonra, vaaz işine gelmiyorsa;

“Hoca, sen dünya işlerine karışma, din işi ayrı, dünya işi ayrı”der bilgiçlik taslarmış.

Bir gün Murat ağa’nın evinde yangın çıkmış. O sırada cemaat öğlen namazından

çıkmaktaymış. Murat ağa camiye doğru koşup, Nasreddin Hoca’ya ve cemaate hitaben:

“Aman Hocam yetişin! Evimden alevler çıkıyor. Şu yangını söndürelim”diye feryat eylemiş.

Hoca sakin ve aldırışsız bir sesle:

“Bak komşu, Kırk yılda bir de olsa bugün senin sözünü dinleyelim. O yangın bizim asla karışmamamızı istediğin bir dünya işidir. Hem meraklanma. Ev birkaç saat içinde kül olur ve yangın da söner. Ahirette, ateşten bir evde sonsuz yaşamaktan korkmayan, senin gibi cesur, yiğit, zengin, akıllı bir adamın böyle ufak bir yangın için telâşı da ne demek olur!”demiş.
Temel bir gün oğluna el parmaklarının isimlerini öğretiyormuş.
- Bak uşağum bu baş, bu işaret, bu orta, bu yüzük ve buda serçe parmak. Anladınmı?
Oğlu kafasını sallayarak "hayır" demiş. Temel bir kez daha anlatmış ve tekrar sormuş;
- Anladın mı uşağum?
Çocuk tekrar "hayır" demiş. Bir daha, bir daha derken en sonunda çocuk "anladım" deyince, Temel elini sallayarak;
- Bak bakalım bir de karıştırarak sorayım, demiş...
Temel bir gün canı sıkkın bir şekilde tarladan gelirken Dursun'la karşılaşır. Dursun lafa başlar.
- Hayrola Temel ne oldi daa! Neye böyle öfkelu öfkelu gideysun?
Temel dertli dertli cevap verir.
- Hiç sorma Dursun derdum büyüktür.
- Hayrola uşağum neymiş derdun?
- Tarlada iken canım acayip Fadime'yi çekeyi, ama eve gelince tık yok.

Durumu anlayan Dursun çözüm üretir.
- Uşağım o zaman Fadime sana gelsin.
- Nasıl olacak oyle?
- Al tüfeği yanına canın çekince patlat Fadime anlar koşar gelir.
- Hay aklınla bin yaşa Dursin...

Temel hemen bu planı uygulamaya koyar. Canı çekince hemen tüfeği patlatıveriyor Fadime yanında. Aradan birkaç hafta geçiyor Dursun yine Temel'i tarladan gelirken görüyor.
- Hayrola Temel nasıl gidiyor verdiğim taktik?
Temel keyifsiz cevap verir;
- Valla Dursin ilk başta çok iyiydu ama av sezonu açıldı açılalı Fadime'nin yüzünü göremez oldum.
Temel ve Dursun iyice geçim sıkıntısı çekmeye başlamışlar, bakmışlar ki Türkiye'de ekonomi bozuk, iş güç yok Avrupa'ya gitmeye karar vermişler, ama ceplerinde hiç para da yok.
Düşünüp taşınmışlar sonunda Avrupa'ya götürülen büyükbaşların arasına katılıp bedava gitmeyi planlamışlar. Ellerinde neleri varsa satıp bir inek kostümü almışlar. Temel öne Dursun'da arkaya geçmiş, bir süre sonra gümrüğe gelmişler. Gümrükteki memur şüphelenip "Bunları bir test edeyim" demiş. İneğin önüne bir tomar saman getirip "Gerçek inekse bu samanları yer" demiş. Temel mecburen yemiş ondan sonra memur bir kova su getiriyor eğer "Gerçek ineksen bunu içersin" diyor ve Temel içiyor. Memur bu sefer bi tomar taze ot getiriyor ve ineğin önüne koyuyor Temel mecburen yiyor.
Artık Temel şişiyor ve bir lokma bir şey yiyemeyecek hale geliyor. Ama bu sırada Temel başlıyor gülmeye. Dursun merak ediyor. Soruyor;
- Ula Temel neden güleysun?
Temel de cevap verir;
- Memur bizim gerçek inek olup olmadığımızı anlamak için bir tane dana getiriyor...
Temel ile Dursun çok iyi arkadaşlar. Temel belediye başkanlığına aday olmuş. İstenen belgelerin listesini almış. İstenen belgelerde 6 adet vesikalık fotoğraf da varmış. Temel vesikalık fotoğrafın ne olduğunu bilmiyormuş. Öğrenmek için Dursun’a gidip sormuş.
- Dursun, ha bu vesikalık fotoğraf ta ne oli?
Dursun;
- Bilmeymisun la Temel! İnsanların belden yukarisinin fotoğrafidur, demiş.
Temel "peki nasıl yapacağuz" diye sorunca. Dursun;
- Yere çukur kazacağuz içine gireceksun bende senun fotoğrafını çekeceğum, demiş.
"Peki" demiş Temel. Dursun Temel'e;
- Sen çukur kaz ben fotoğraf makinasu alıp geleyum, demiş.
Dursun fotoğraf makinesini alıp gelinceye kadar bir de ne görsün, Temel 6 tane çukur kazmış. Dursun şaşırmış ve Temele sormuş.
- Nedir bu la Temel? Temel de;
- 6 tane vesikalık fotoğraf lazımya ondan dolayı, demiş. Dursun ise kızarak;
- Ne gerek vardı 6 çukura Temel, ben zaten 6 tane fotoğraf makinası getirmiştum demiş
Bir zamanlar Temel ile Dursun anaokulu öğretmeniymiş ama okul uluslararası bir anaokulu ve her ülkeden öğrenciler varmış. Okula öğrenciler gelmiş Zenciler Almanlar Fransızlar Türkler vb.

Bir gün okulda yangın çıkmış. Temel aldığı çocuğu dışarı çıkarıyor bakıyor biz böyle yaparsak çocukların çoğu ölür. Dursun'a;
-Dursun sen çocukları camdan at, ben de tutayım, diyor.
Temel aşağı iniyor
Fransız atılıyor tutuyor.
Almanı atılıyor tutuyor
Türk atılıyor tutuyor
Zenci atılıyor Temel TUTMUYOR.
Dursun kızıyor;
- Uşağım niye tutmaysun la! Temel de diyor ki;
- Yanmışları atma zaman kaybetmeyelum da!
Çoğunluğunu Lazların oluşturduğu komando bölüğü iki haftadır ormanda, çamur içinde, aç susuz perişan halde, doğal yaşama uyum eğitimindedirler. On beşinci gün komutan Temel çavuşu çağırır:
- Çavuş iki haftadır bölük gayet iyi bir performans gösterdi! Biz de onları ödüllendirelim, bugün çamaşırlarını değiştirebilirler artık.
- Başüstüne komitanım!

Temel Çavuş, heyecanla koşarak bölüğü toplar:
- Uşaklar sizlere çok sevinecegunuz bir haber cetirdum !... Komitan izin verdi bugün erat çamasir değistirecek, siraya geçin bakiyum, şimdu de degistirun.
Dursun sen İdris'le.
Kadir sen Osman'la
İsmail sen Cemal'le...
Dört kaplumbağa, pikniğe çıkmaya karar vermiş. Erzakları hazırlayıp; bir yıl, iki yıl, beş, on yıl derken, otuz yıl sonra piknik yerine varmışlar. Gazozları, yiyecekleri, her şeyi ortaya çıkarmışlar. Bir bakmışlar gazoz açacağı yok. Tek çözüm, birinin eve gidip gazoz açacağı alıp gelmesi. Görev, içlerinde en küçük kaplumbağa olan Temel'e düşmüş. Genç kaplumbağa:
- Ben gelene kadar buradaki yiyeceklere dokunmazsanız giderim...

Diğerleri bunu kabul etmiş. Temel, yola çıkmış; bir, iki, on, yirmi yıl geçmiş. Bu arada, yaşlı kaplumbağalardan biri fenalaşmış. Arkadaşları ne yapsa faydasız, son bir dileği olup olmadığını sormuşlar:
- Gerçi genç kaplumbağaya söz verdik ama, şuradaki sarmalardan bir tanesini yesem olur mu?...
- Elbette...
Diyerek, sarmalardan birini vermişler. Tam ağzına atacağı sırada, genç Temel, çalıların arasından fırlamış:
- Gitmiyorum işte, gitmiyorum...

Bunlar da İlginizi Çekebilir