Oğlunun sesi odayı doldurunca, bir an sessizlik oldu. Gelin başını eğip sessizce geri çekildi, odayı terk etti. Oğlunun gözlerinde öfke ve şaşkınlık vardı. “Baba,” dedi hafif bir tonla, “ellerini göster.” Titreyen ellerini uzattım ona, kızarmış, sıcak sudan yanmıştı. Oğlum derin bir nefes aldı, “Sana bu yapılmamalıydı,” diye fısıldadı, gözlerinde suçluluk parıltısı. “Bunu nasıl gözden kaçırdım?” “Boş ver oğlum,” dedim, sanki her şey sıradanmış gibi, “kaza işte. Gelinin de bir suçu yok, o da genç, bir sürü derdi var. Zaten bende hep bir yük oldum size, evden ocaktan kopunca insan böyle hissediyor.” Oğlum oturup başını ellerinin arasına aldı, derin bir düşünceye daldı. “Baba, biz seni evimizde görmek istiyoruz ama… seni böyle incinmiş görmek… bu benim için çok zor.” Gözleri dolmuştu, sesi titriyordu. “Keşke annem burada olsaydı.” Bu söz beni derinden yaraladı ama bir yandan da yüreğimi ısıttı. “Annen olsaydı,” dedim hafif bir gülümsemeyle, “bana kimse böyle davranmazdı, biliyorsun.” Oğlum başını salladı. “Benim bir şeyler yapmam lazım,” dedi kararlılıkla. “Bu şekilde devam edemeyiz. Seni huzurlu ve mutlu görmek istiyorum, evimde değilse bile başka bir yerde.” Sözleri beni düşündürdü. “Evladım, nereye gideyim? Benim yerim sizin yanınız, ama anlıyorum, gençsiniz, kendinize de alan lazım. Belki… belki bana yakın bir ev bulursunuz. Hem siz rahat edersiniz hem de ben kendi başıma kalırım. Yine istediğiniz zaman gelir gidersiniz.” Oğlum bu fikre sıcak bakmış gibi görünüyordu.