Güncel Aysun Kayacı

Kur'an kursu hocalığı yaptığım bir yerde, kursun sonlarına doğru genç bir gelin gelmeye başladı. Yüzü solgun vücudu zayıf, ses tonu oldukça titrek ve ürkekti. İkimiz de birbirimizi tanıma aşamasındaydık. Bu talebemde farklı bir şeyler vardı ve şimdilik gözlem yapmakla geçiyordum.

Mahalle kursu olduğu için, talebelerim birbirini tanıyan, akraba ve komşulardan oluşuyordu. Onun; dışardan geçici bir süre için, eşinin işinin bozulması dolayısıyla kayınvalidesinin yanına geldiğini öğrendim. Mahallede bir Kur'an kursu olduğunu duyunca, komşuların da desteğiyle kaynanasından zor belâ izin almış ve kursa gelmiş.

Bizler, ihtiyaç odaklı olduğumuz için, her talebeye kendi şartları dahilinde, mümkün mertebe onların da bizlerin de madur olmamasına dikkat ederek, kişiye özel ders veririz.

Bu gelin de bana bazı özel şartlarını anlatıp, kabul ettiğim takdirde devam etmek istediğini, yoksa gelemeyeceğini söyledi. Zaten, kayıtlar bitmiş ve sınıf mevcudu tamdı. Onun bu hali resmî olarak bana zarar vermezdi. Kaldı ki bizim maksadımız gönül fethedip onu Kur'an'la buluşturmak olduğu için, kendisini, elimden geldiğince idare edebileceğimi söyledim.

İki oğlu, emzikte bir kızı vardı. Gelirken bazen bunlardan birini ya da ikisini yanına alıyordu. Kayınvalidesi çocukları ona bırakıp kursa gitmesine söylendiği için ben kolaylık gösteriyordum kendisine. Geldiği zaman, hiç bekletmeden hemen araya alıp onu okutuyor bu sırada çocukların onu rahatsız etmemesi için çantamdan çikolata şeker vs verip oyalanmalarını sağlıyordum. Bundan dolayı çocuklar da gönüllü gelmek istiyorlardı zaten :))

devamı için sonraki sayfaya geçiniz...

Yine böyle bir sabah, kucağında bebeğiyle geldi. Hemen aldım masaya. Okumaya başladı. Sesi her zamankinden daha titrek geldi. Sık sık yutkunmaya başladı. Dayanamadım ve dersi kestim. Korku dolu gözlerle yüzüme baktı. Sınıfa göz gezdirdim, hepsinde bir endişe vardı. Benim bilmediğimi biliyor gibiydiler.

- Bir sıkıntın mı var? dedim. Tekrar yutkundu. "Dışarı çıkalım mı?" dedim. İmdat bekler gibi arkadaşlarına baktı ve "yok hocam, herkes benim ne çektiğimi biliyor zaten" dedi ve sustu, başını önüne eğdi. Gözlerinde yağmur damlası gibi yaşlar akıyordu, sonra hıçkırmaya başladı. Gözyaşı bulaşıcıymış ya bir de ben sulu gözlü olunca, burun çekenlerin sayısı artıverdi.

Sınıfta buz gibi bir hava esti. Herkesin ağzı bıçak kesmişçesine kapalı, ders çalışanlar suskun, gözler onun üzerine dikilmişti.

Bir müddet ağladı ve anlatmaya başladı "Hocam, ben kaçarak evlendim. Kaynanam oğluna başka birini alacakmış, biz de birbirimizi seviyorduk kaçtık. O yüzden kaynanam beni hiç istemedi. Kaynatamı da doldurur üstüme salardı, beni dövdürürdü. Kendisi kapılara vurar, eşyaları kırar sonra da "gelin yaptı" derdi. Eşim de onların eline baktığı için bi şey diyemez, bana hep "sabret" derdi. Sonra başka şehirden inşaat işi buldu, taşındık. Ancak işleri rast gitmeyince, eşyalarımızı bir odaya topladık, yatak odamızı alıp geldik. Evin kalan odalarını ev sahibi kiraya verdi.
Ama kaynanam beni de çocuklarımı da istemiyor. Eşim bizi bırakıp başka bir yere çalışmaya gitti. Beni gece kendi yatak odamda yatırmıyor "oraya misafir gelirse onları yatırırım" diyor. Çocuklarla beraber oturma odasında yatıyorum. Gündüz de çocuklara tv izletmiyor, onları alıp yatak odamda, halının üstünde oynatıyor, oyalamaya çalışıyorum. Elimden geldiğince evde her işi yapıyorum. Büyük çocuk ilkokula başladı, onu okula bırakıp gelene kadar bile diğerlerine bakmıyor. Bizim kursağımızdan rahat bi lokma geçirmiyor, bu sabah da gene kavga çıkardı, dayanamayıp bebeğimi aldım ve buraya geldim. Hocam çok kere intihar etmeyi düşündüm, emzikteki bu bebeğim gözümün önüne geldi, bıraktım."

devamı için sonraki sayfaya geçiniz...



Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

Ben ağzım açık dinlerken, talebelerin de sık sık onu onaylar şekilde başlarını salladıklarını gördüm.

- E, bu kadınla konuşacak kimse yok mu?
- Hocam o kimseyi dinlemez.
Tekrar sınıfa döndüm:
- Arkadaşlar, onunla bi konussanız.

Birisi söz aldı ve "Hocam bu gelinin dedikleri hep doğrudur, kaynanası benim de akrabam olur, biz bunların kavgasından yıldık, gelin çok eziyette, ben birinde gittim konuşmaya, beni kovmaktan beter etti, kimse onunla çıkışamaz" dedi ve sustu.

- Ben gidip konuşayım!
- Olmaz hocam, anlattım diye kızar.
-Yakın akrabası filan yok mu, onu aracı edelim.
- Kimseyi dinlemiyor.
- Annenler ne diyor bu işe?!!
- Kaçtığım için annem babam küs. Sadece kardeşlerim konuşuyor.
-Neeee!!! Kaç yıldır görüşmüyor musun onlarla?!!
- Dargınlar hocam. Benim kimsem yok.

Tekrar ağlamaya koyuldu. İçim darmadağın olmuştu.

-Annenin telefonu var mı sende?
- Var, kardeşlerimden aldım. Ama konuşmuyor benimle.
- Hemen numarasını ver, ben konuşacağım.
- Olmaz hocam.
-Niye?!
- Olmaz hocam.

devamı için sonraki sayfaya geçiniz...


Çaresizlik ne kötü bir şey Allahım. Kimsesiz olmak, kadın olmak, anne olmak bazıları için ne ızdırap verici bir şey. Ya anne olduğu halde olamamak?!!

- Ya sen numarayı ver. Onların böyle bir dargınlık yapmaya hakları yok. Ne olursa olsun sen onların evladısın. Seni bu şekilde kimsesiz bırakamazlar. Onlarla mutlaka konuşman lâzım.

Durdu, sakinleşti ve "tamam hocam, onları arayıp konuşacağım, benim ne çektiğimi onlardan kimse bilmiyor, hepsini anlatacağım" dedi.

-Söz mü?
- Söz hocam. Bugün çocuğu okula gönderince telefon edeceğim.
- Eğer bu gün konuşmazsan, yarın numarayı bana vereceksin ben konuşacağım.
- Tamam hocam.
- Bak bir daha aklına intihar filan getirme. Bu çocukların büyüyecek, her biri aslan gibi bir delikanlı olacak. Onlar annelerine sahip çıkacak ve yaşadığın her şeyi unutturacaklar sana. Buna inanmanı istiyorum.
-Tamam hocam, Allah razı olsun. Sen beni dinledin, anladın, teselli verdin ya Allah ne dileğin varsa versin.
- Tamam o halde. Senin için ders bitti. İster burda dur, ister git.
- Gideyim hocam. Aklım oğlanlarda kaldı. Okula filan götüreceğim, dersine baktırırım.
- Peki, sen bilirsin

Onu gönderince epey zaman kendimize gelemedik. Biraz daha konuştuk onun hakkında, çözüm arayışı yapmaya çalıştım ama olmadı. Daha sonra derse başladık.

O gece devamlı onu düşündüm. Dualar ettim, kendi kendime ne yapabilirim, diye gamlanıp durdum.

devamı için sonraki sayfaya geçiniz...


Ertesi gün kursa gittim ve derse başladık. Kapı çaldı, o geldi. Normalde evde iş güç yaptığı için biraz geç kalıyordu. Erkenden görünce şaşırdım. Yüzündeki ifade beni daha da şaşırttı. Hemen masaya aldım. O da bana bakıyor, bir şeyler sormamı bekliyordu.

Allahım ya Rabbim, bir insan bir gün sonra bu kadar mı değişir, bu kadar mı gençleşir, ne yaptılar bu kadına, torba torba kan mı verdiler?!! Yoksa yüzüne canlı bir makyaj mı yaptı?! Onun gözleri bu kadar parlak mıydı?! Dişleri de ne güzelmiş. Bir insana gülümsemek bu kadar mı yakışır?! Tebessüm de bulaşıcı, derler. Ben de gülümsedim ve:

-Ne oldu, yüzün gülüyor, dedim.
-Sorma hocam. Akşamüstü babamın da evde olduğunu düşündüğüm bi saat kızkardeşimi aradım. Anemi istedim telefona. Gelmesi için kardeşime yalvardım, ısrarla konuşmak istediğimi söyledim. Nihayet kabul etti. Olan biten her şeyi anlatım. Çok şaşırdı, üzüldü. Hemen babama anlatmış. Babam da burdakilere telefon açtı "siz bizim kızımızı sahipsiz mi sandınız, gelir alırım bi daha ne onu ne torunlarınızı görürsünüz" demiş. Sorma hocam bizimkiler pamuk gibi oldular. Taaa, oradan eşim aradı, nasılsın, bir isteğin var mı, diye... Hocam Allah razı olsun senden. Sen artık benim hocam değilsin, ablamsın, anamsın, seni hiç unutmayacağım, dedi.

Bizde bir mutluluk, bir sevinç. Onu o şekilde okutup gönderdim.

Daha sonra, çocuklara harçlık yapmak amacıyla çeyizinden kalan oyalı yazmaları sattığını söyledi. Ben de bir kaç tane aldım, ısrarla bir tane de hediye etti.

Günler geçti, ara ara gelmediği oldu. Sorduğumda yevmiye usulü çapa ve tütün yapmaya gittiğini söylediler. Hakikaten biraz daha ferahlamıştı.

Telefon numarasını aldım. Her zaman beni arayabileceğini söyledim. Kurs bitti. Ama bizim dostluğumuz bitmedi. Daha sonra telefonu kapandı. Diğer talebelere sordum, eşinin geldiğini onları alıp çalıştığı yere götürdüğünü söylediler.

devamı için sonraki sayfaya geçiniz...


Bendeki numarası da silinince bağlantı tamamen koptu. Aradan birkaç sene geçti. Nihayet bundan bir kaç ay önce telefonum çaldı, bilmediğim bir numara. Açtım, o... Sesi çok mutlu ve canlı geliyordu. İlk söylediği şu oldu "Hocam, sen sabret dedin, sabrettim hocam. Çok şükür şimdi her şeyim oldu. Eşim ve çocuklarımla çok mutluyum, seni hiç unutmadım, hep dua ettim." Ne diyebilirdim ki, sustum ve onu dinledim. Şen sesini, duygu yüklü konuşmasını.

Daha sonra çocuklarının resmini gönderdi. Eşyaları güzel, aydınlık bir odada, çocukları yan yana dizmiş, oğlanlar 10-11 yaşında delikanlı olmuşlar, kız kardeşleri ortalarına almışlar öyle poz vermişler. Beni hiç tanımayan kız da dahil hepsi elleriyle kalp işareti yapıyorlar. Nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum. Dikkatimi çeken ilk şey, oğlanların da bayramlık gibi aynı takımı giymiş olmalarıydı. Hepsinin üzerinde turkuaz mavisi bir hırka. Çok şık ve zarif kıyafetler içindeydiler. Kursa gelirken giydiklerini görünce, hakikaten level atlamışlar..."Hocam, çocuklar seni hatırlıyor" demesi de benim için ayrı bir sevinç kaynağı oldu. Böylece, ara ara görüşmeye ve konuşmaya başladık.

Birkaç gün önce bana bir mesaj attı. Ne kadar heyecanlı olduğu yazısından belli oluyordu.

"Hocam, biz buraya taşınırken hiç yastığım yoktu. Kaynanamdan istedim. O da bir iki tane verdi. Kaynatam bize yatıya geldi. Onun başının altına verdim. Çok yüksek diye yatamadı. Bizimkinin yüzünü değiştirip onu verdim onu da biz aldık. Eşim de aynı şeyi söyleyince, içini biraz boşaltayım da çocuklarinkine katayım, dedim. İçinden altın çıktı. Hocam, o zamanlar, biz kaynanamla yevmiye usulü tütün yapardık, o benim paramı vermez, altın alır saklardı, kaynatama da eve yiyecek aldım, derdi. Bu altınlarda benim de hakkım var. Ama içim rahat etmedi ve sana sormak istedim, sen ne dersen onu yapacağım, cevabını bekliyorum, kimsenin haberi yok, sadece büyük oğlan gördü" diyordu

Aslında benim gönlüm "hakkın önüne gelmiş, al senin olsun" demekten yanaydı. Fakat, bunun İslâm hukukunda başka türlü bir açıklaması olabilirdi. O yüzden "sen bir dur bakayım, şimdilik kimseye bir şey deme, ben bir araştırayım" dedim ve İlahiyattaki İslâm hukuku hocamı aradım, ayrıntılı bir şekilde ona sordum. Sayın hocam şöyle dedi:

-Tamam, gelin alacağı konusunda haksızlığa uğramış ama hakkını alma yöntemi, ona ait olmayan bir şeyi gizlice almakla olmaz. Eğer o altınların bir gramında bile kaynananın hakkı varsa bunu alması haram olur. Siz olaya duygusal yaklaşmışsınız, kadın bu durumda hırsız olur. Kayınvalide durumu anlayınca onu hırsızlıkla itham edecek. Bu daha kötü. Ama şöyle olabilir: Durumu ona söyler ve o günün hesabına göre yevmiye parası ne kadar tutarsa onu vermesi koşuluyla altınları iade eder. Bu şekilde hesaplaşır.


-Ama hocam bu durumda kayınvalidenin söylediği yalanlar ortaya çıkacağı için bunu kabul etmeyebilir.
-İyi ya işte, o zaman altın gelinde kalır. Söylemesi gerekiyor.

Bu bilgileri aynen ona aktardım. Gece vakti mesaj geldi "Hocam, eşimle konuştum 'boşver, ben sana daha fazla alırım' dedi. Babasına söyledi, o da kaynanamı aradı. Kaynanam "Ben o altınları yevmiye paramla yaptım, sen al, gelince bana verirsin" demiş. Ben de "ama baba onlarda benim de hakkım var" deyince 'sen çok konuşuyorsun gelin, benim sinirimi bozuyorsun' dedi."

- Boşver, dedim ben de "Senin en büyük zenginliğin eşin, çocuğun ve doğruluğun. Gerisini takma kafana...!"

Gün ola harman ola. Allah imhal eder (mühlet verir) ama ihmal etmez. Kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Eğer biri size, hele hele uzun vadede haksızlık ediyorsa, sizin kıymet ve değerinizi bilmeden ölmez.

Tecrübeyle sabit...

SUNA İLHAN

Bunlar da İlginizi Çekebilir