… sizinle yemek yiyebilir miyim?”
Kızın sesi inceydi, biraz da titriyordu.
Ama o ses, kalabalık lokantadaki uğultuyu bir anda susturdu.
Koyu lacivert takım elbiseli bir adam, bifteğinden ilk lokmayı almak üzereyken durdu.
Başını çevirince, karşısında dağınık saçlı, kirli ayakkabılı, gözlerinde hem korku hem umut taşıyan küçük bir kız gördü.
O anda kimse, bu basit sorunun iki hayatı birden değiştireceğini bilemezdi.
O gün İstanbul’da, ekim ayının ılık bir akşamıydı.
Şehrin merkezindeki “Yıldız Lokantası” adlı ünlü bir restoranda, Mehmet Yılmaz adında zengin bir iş insanı tek başına yemek yiyordu.
Yaklaşık altmış yaşındaydı. Saçları ağarmış, saati parlıyor, duruşundan güven akıyordu.
Herkes onu tanırdı ama kimse onun iç dünyasını bilmezdi.
Tam bifteğini kesecekti ki, o küçük ses duyuldu.
Garson değildi.
Kız yalınayaktı, on bir – on iki yaşlarındaydı.
Üzerinde yırtık bir kapüşonlu, kirli bir pantolon vardı.
Müdür koşup kızı dışarı çıkarmak istedi ama Mehmet Bey elini kaldırdı.
“Adın ne kızım?” dedi, sakin bir sesle.
“Ela,” dedi kız, neredeyse fısıltıyla. “Cuma gününden beri yemek yemedim.” dedi… Ama Mehmet bey ona bir lokma bile vermeyi düşünmüyordu…. Devamını okumak için diğer sayfaya