Ama her sabah penceremin önünde oturduğumda, kuşların sesi bile ona dair bir şeyler hatırlatıyordu.
Kafedeki gülüşü…
Sözlerindeki sıcaklık…
Yanımda uyuyan insanın verdiği uzun zamandır unuttuğum o güven duygusu…
Ve sonunda bir sabah, güneş dağların ardından yavaşça yükselirken, içimden bir ses fısıldadı:
“Git.”
Çantamı aldım ve kasabanın yoluna koyuldum.
Gümüşdere Mahallesi’ne vardığımda sokak, hafif rüzgârla sallanan ağaç yapraklarının çıkardığı sesle doluydu.
Eski Fener Yolu…
Evin numarası yaklaştıkça kalbim adımlarımı geçti.
No: 11’in önünde durdum.
Kapı eskimiş ama özenle boyanmıştı. Pencerede sarmaşıklar vardı. Sanki yıllardır biri bu evi sevgiyle korumuş gibiydi.
Kapıya doğru uzanacak cesareti bulduğum an, içeriden gelen ayak sesleri duydum.
Kapı yavaşça açıldı.
Ve işte oradaydı.
Elinde fotoğraf makinesi, gözleri şaşkınlıkla açılmış, ama yüzünde o tanıdık sıcak gülümsemeyle bana bakıyordu.
“Geleceğinizi ummuştum,” dedi, sesi yumuşacık.
Ben yalnızca fısıldayabildim:
“Umarım… geç kalmamışımdır.”
O an, yıllardır kurumuş sandığım kalbimin içinde bir şey usulca filizlendi.
Bu sefer kaçan o değil, benim oraya gelişimdi.
Ve bu defa hiçbir şey yarım kalmayacaktı.