Kanımı donduran sadece hikayenin acımasızlığı değildi. Hikayeyi, tam da üç gün önce kendi oğlumun ailesinin beni bırakıp gittiği benzin istasyonunda otururken okuyor olmamdı. Ama 70 yaşındaki annelerini 85. Karayolu’nda terk ettiklerinde bilmedikleri şey şuydu. Ben, öylece gözden çıkarabilecekleri çaresiz bir yaşlı kadın değildim. Hâlâ sahip olduklarını sandıkları evin tapusunu elinde tutan kadındım.
Size yol kenarındaki bir kurbandan tüm kozları elinde tutan kişiye nasıl dönüştüğümü anlatayım.
Her şey altı ay önce oğlum Marcus’un beni gözyaşları içinde aramasıyla başladı. “Anne, başımız dertte,” dedi sesi titreyerek. “Rebecca işini kaybetti ve çocukların okul ücretleri ve ipotek de eklenince evimizi kaybedebiliriz.”
Phoenix’teki küçük emekli topluluğumda rahat bir hayat yaşıyordum. 70 yaşında, maddi sıkıntılarımı giderme günlerimin geride kaldığını düşünüyordum. Ama Marcus’un sesindeki çaresizliği duyunca hayır diyemiyordum.
“Ne kadara ihtiyacınız var?” diye sordum.
“80.000 dolar ödenmemiş ödemeleri karşılar ve bize bir tampon sağlar,” dedi Marcus sessizce. “Tekrar taşınmak zorunda kalırsak çocuklar perişan olur.”
Torunlarım, tatlı 12 yaşındaki Emma ve haylaz 8 yaşındaki Tyler. Evlerini kaybetme düşüncesi kalbimi kırdı. “Endişelenme tatlım,” dedim ona. “Aile, aileye bakar.”