Atlanta'dan New York'a gidiş ücretlerinin kesintisiz olarak ödenmesi bekleniyordu. Yolcular telefonlarını karıştırıyor, koltuklarını ayarlıyor ya da düşünmeden bir içki töreni veriyorlardı. Ancak 32. sırada, narin bir kız çocuğu olan iki yaşındaki Amara Johnson bakıyordu, solmuş sırt çantasını bir can simidi gibi kendine sarıyordu. Spor kıyafetleri yırtık, kıyafetler eskiydi ve gözler kederle doluydu. Annesini kaybettikten sonra tek başına seyahat ediyordu, Brooklyn'e gidiyordu; orada neredeyse hiç tanınmayan bir teyzesinin yanında saklanıyordu.

Uçağın önünde birinci sınıfta Richard Coleman vardı; soğuk gökdelenler kadar sert bir bire sahip olan bir emlak milyarderi. Basında ona “Buz Kralı” diyorlardı: Asla gülmeyen, asla etkilemeyen ve kendisine kazanç sağlıyorsa bir dakikasını bile boşa harcamayan bir adam.

Yolculuğun ortasında bozulma bozuldu. Richard'ın göğsünü doldurmuş ve koltuğuna yığılmıştı. Kabinde panik başladı. Bir kabin görevlisi bağırır: “Uçakta doktor var mı?” Kimse kıpırdamadı. Bakışlar kaçtı, eller dondu, korkulu fisıltılar yükseldi.

Beklenmedik şekilde Amara ortaya çıkıyor. Kalbi hızla atıyordu ama annesine öğrettiği CPR (kalp masajı) anıları zihnine doldu. Şaşkın yetişkinleri iterek Richard'a koştu.

“Yere yatırın!” diye titrek ama kararlı bir sesle belirlenir. Richard'ın başını geriye yatırdı, ellerini kenetledi ve kompresyonlara başladı. “Bir, iki, üç…” Ritmi düzenliydi, nefes vermeleri yerindeydi. Yolcular, milyarderin hayatı için mücadele eden bu küçük kızı hayretle izliyordu.

Dakikalarca saatler geçti, sonra Richard nefes aldı, göğsü yükseldi. Yüzüne yavaş yavaş renk geldi. Uçakta alkışlar yükseldi. Amara titreyerek koltuğuna geri döndü, kabinde fısıltılar dolaştı: Fakir bir kız, bir milyarderin hayatı kurtarmıştı.

Bunlar da İlginizi Çekebilir