Benim adım Hannah Miller, 29 yaşındayım.
Bir yıl öncesine kadar sıradan bir kadındım; bir eş, bir anne, bir kız.
Kocam David Miller inşaat mühendisiydi; nazik, sabırlı, yağmurda şemsiyesini verecek türden bir adamdı.
Dört yaşında Sophie adında bir kızımız vardı; kahkahaları evimizin her köşesini doldururdu.
Ama her şey, Noel’den hemen önce, soğuk bir Aralık öğleden sonrasında değişti.
Tanı
David haftalardır mide ağrısı çekiyordu. Sonunda Chicago’daki hastaneye gittiğimizde, doktor bize ağır gözlerle baktı.
“Dördüncü evre pankreas kanseri,” dedi sessizce. “İleri evrede. Rahat etmesi için elimizden geleni yapacağız.”
Dünya etrafımda yıkılıyor gibiydi. Ellerim buz kesti. Kalbim kulaklarımda gümbür gümbür atıyordu. Çığlık atmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu.
Köprüler kuran adam David şimdi bir hastane yatağında yatıyordu, bir zamanlar güçlü olan elleri titreyerek “Üzgünüm Hannah… her şey için” diye fısıldıyordu.
Ama pes edemedim. Sophie babasını kaybedemezdi. Ona yardımcı olabilecek her şeyi aramaya başladım; yeni tedaviler, deneysel ilaçlar, hatta klinik deneyler.
İşte o zaman, hastalığı yavaşlatabilecek ABD’den gelen deneysel bir ilaçtan bahseden bir uzmanla karşılaştım. Fiyatı: Aylık on beş bin dolar.
Her şeyimi sattım; arabamızı, birikimlerimi, hatta nişan yüzüğümü bile. Birkaç ay sonra hiçbir şeyim kalmadı. Borç aldım, yalvardım, yakardım ama artık kimse yardım edemiyordu.