Ben kendimi bildim bileli, içimde bir şeylerin diğer çocuklardan farklı olduğunu hissediyordum. 6-7 yaşlarındaydım… Yaşıma göre fazla derin düşünen bir çocuktum belki de. Dışarıdan bakan herkes bana “erkek çocuk” derdi. Ama ben aynaya baktığımda içimdeki ben ile dışımdaki bedenin aynı olmadığını, birbirine hiç benzemediğini fark ederdim.
Kendi kendime sorardım:
“Ben kimim? Neden böyle hissediyorum?”
Ama bu soruların cevabını verecek kimse yoktu etrafımda.
Ablalarım vardı. Onlar bir odayı paylaşırlardı; içinde elbiseler, ojeler, rujlar, makyaj kutuları, rengârenk tokalar olurdu. O odaya her girdiğimde içimde bir sevinç kıvılcımı yanardı. Sanki başka bir dünyaya girerdim. Gizlice tokalarını takar, rujlarını sürer, bazen onların elbiselerini giyerdim. Aynanın karşısında gözlerimin içi parlardı. O anlarda gerçek gibi hissederdim kendimi.
Ama sonra biri görür diye korkar, üzerimdekileri hızla çıkarır, odadan fırtına gibi kaçardım. Utanmazdım, ama korkardım. Çünkü toplumun doğruları başka bir şey söylüyordu.
Büyük ablam evlenmişti. Eniştem sık sık gelir giderdi. İlk zamanlar bana normal bir yetişkin gibi davranıyordu. Ama sonra… zamanla sözleri değişmeye başladı. Gözleri daha uzun bakar olmuştu. “Ne kadar güzel yüzün var,” dediği anları hatırlıyorum. O anlar kafamı karıştırırdı. Hem bir yetişkinin ilgisi hoşuma gidiyordu çünkü sanıyordum ki beni anlıyor… Ama içimde bir huzursuzluk, adını koyamadığım bir rahatsızlık büyüyordu.